Sade Yaşam -7

yasam

Tükettiğin Kadar Üret

Gelinen noktada bu insan kalabalığına yetecek ne su var ne ekmek. Bir taraf yemeye ekmek, içmeye su bulamazken, başka bir taraf israf etmekten geri kalmıyor.

Şimdi düşünelim: Doğal olarak üretilmiş, hiçbir sanayi üretimine tabi olmamış, kimyasal ilaçlarla desteklenmemiş, doğaya zarar vermeden üretilmiş ne yiyoruz?

Bu sorulara kim cevap verebilir?

Düşünün fırından aldığımız ve bizim toplumun kutsal bir değer yüklediği ekmekler ne kadar zararsız? Kışın sofralarımıza giren domates ve salatalıklar yenir mi?

Çikolatalar, bisküviler veya çikletler ne kadar zararsız?

Hangisi?

Soframıza gelen hangi yiyecek temiz? Emek verilerek üretilmiş?

Gelelim GDO’lara. Yorum bile yapmaya gerek yok.

İnsanoğlu genetiği değiştirilmiş organizmalar yemiyor sadece, genetiği değiştirilmiş masallar da dinliyor. Toplumlar; genetiği değiştirilmiş sanatçılar, politikacılar, bilim insanları, sporcular ile uyutuluyor.

Gerçek artık çok uzaklarda. Gelinen nokta şu: insanlığın genetiği değişti. Toplumlar, izlediği bir filmde nasıl yaşanıyorsa öyle yaşamaya başladı. Ayrılıkların aynısını ertesi gün uyguluyor. Cinayetler keza öyle. Filmlerdeki trafik kazalarını bile taklit eder olduk. Rol yapıyoruz hep birlikte. Bize çizilen yolda hiç durmadan ilerliyoruz. Bu işin sonu uçurum, çukurum kenarında da korkuluk yok…

Filmler üzerine kurduk yaşamı. Kolay yoldan zengin olmak herkesin hayali. Yiyeceğimiz yemeklere kadar her şey dayatılıyor. Adroid bir insan nesli yetişti maalesef.

Aşklarda değişti. Sadakat kayboldu. İçerisinde sevgi ve tutku olmayan birliktelikler var artık. Bu birliktelikten göbeğini kaşıyan adroid bir nesil ürüyor.

Gelinen bir nokta daha: Kredi kartının limiti kadar adamsın. İşgal ettiğin koltuğun sağladığı imkânlar kadar saygınsın. Tüm yaşam kontrol altında. Ne yiyorsun, marketten ne alıyorsun. Tüketim alışkanlıkların nasıl. Birileri bizi kontrol ediyor.

Boş kalabalıklar, şekilci insan birikmeleri, birbirine benzeyen boş bedenler. Yaşamda her şey çıkar üzerine kurulu. Elveda gerçek aşklara…

Yazı ve fotoğraflar: İsmail Şahinbaş