Neden Geleneksel Tarımı Korumak, GDO’ya Dur Demek Zorundayız?

Bugün geleneksel tarımımız, tarım alanları, meyve ve sebze yetiştiriciliği, meyve bahçeleri, zeytinlikler, bağlar, verimli ovalar, su kaynakları, göller ve akarsular, akarsu vadileri, sulak alanlar, ormanlar, kumullar, sahiller, koylar, kumsallar, doğa koruma bölgeleri, tabiat parkları, sit alanları ve hatta milli parklar bile büyük bir saldırı ve yok olma tehdidi ile baş başa.

Bilerek ya da bilmeyerek geleceğimizin ve yaşamın var oluş nedenleri, yaşama sevinci ve yaşam veren tüm doğal kaynaklar hızla tüketiliyor, yok ediliyor.. Oysa bunları yapmamamız için o kadar çok nedenimiz var ki…

Uzun vadede gıda arzına etkisi
Gıda ve tohum üretiminin tekelleşmesi, gezegenin geleceğini birkaç ailenin elinde bulunan tohumların korunmasına ve onların verecekleri kararlara bağımlı hale getiriyor. Peru buna iyi bir örnektir. Geleneksel tohumlarını korumak için ellerinden geleni yapıyorlardı ama Monsanto oraya da girdi ve zehirli transgenik tohumlarını Peru’ya da bulaştırdı! Bu tehlike tüm ‘Üçüncü Dünya Ülkeleri’ için geçerli ve gıda bilimcileri insanlığı biyoteknoloji konusunda uyarıyor, tohum canlılığının ve çeşitliliğinin hatta tüm ekolojilerin tehdit altında olduğunu söylüyor.

Ekonomik, siyasi ve sosyal tehditler
Geçtiğimiz yüzyılda ülkeler, teknolojisi güçlü ordular ile ele geçiriliyordu ama artık durum öyle değil. Tarımsal kaynakların genetik teknolojilerle kontrol edilmesi, bir ülkeyi ordularla ele geçirmekten daha güçlü etkiler yaratıyor. İstediğiniz bir ülkeyi savaşarak ele geçirecek yerde, gen teknolojisi kullanarak tarımsal kaynaklarını kontrol etmeniz çok daha kolay ve üstelik sizin için herhangi bir risk de taşımıyor. Bir ülke ya da kişi beslenme kaynaklarını kaybettiği anda, sadece gıdaya bağımlı hale gelir ve itaat etmek zorunda kalır. Bu açıdan tarımsal kaynakların kombine kontrolü, çok güçlü bir silahtır. Böylece Hindistan’da 500 bin çiftçinin, 2 Ekim 1993 tarihinde, GATT ticari düzenlemelerine ve Genetiği Değiştirilmiş Tohumlara karşı neden ayağa kalktığını daha iyi anlamış olacaksınız.

Bağımlılık
Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Bankası, GATT, NAFTA gibi kuruluşların yeni düzenlemeleri, yerel ekonomilerin özerkliğini büyük ölçüde geçersiz kılıyor. Yabancı firmalar, tüm büyük tohum kaynaklarını, su kaynaklarını ve diğer hayati tarım kaynaklarını satın alarak, nakit kaynaklarını hayati ürünlere dönüştürebilirler. Bu, o ülke ve kültürlerin kendi kendine yeterli olma sürecinin çözülmesi anlamına gelir. (Bu arada neden su kaynaklarımızın ele geçirildiği; tarımımızın çökertilerek dışarıdan tarım ürünleri satın almaya başladığımızı; geleneksel tohum alım satımının yasaklandığını; GDO’lu tarım ürünlerinin neden ülkemize girdiğini; Monsanto ve Cargill’in ülkemizde ne aradığını; gelir gelmez neden geleneksel tohum satışının yasaklattığını, farkına vararak ya da varmadan nasıl bir plana teslim olduğumuzu da anlamış oluyoruz). Bu aynı zamanda ‘Yeşil Devrim’in de çöküşünden başka bir şey değildir.

Sağlık, çevre ve sosyo-politik nedenler

Genetiği değiştirilmiş gıdaların etiketlenmemesi, sağlık üzerindeki ve çevresel etkilerinin listelenmemesi, tükettiğimiz gıdalarda neler olduğunu bilmek hakkımızı ihlal eder ve halk sağlığına zarar verir. GDO’lu ürünlerin ne kadar zararlı olduğunu, sağlığımıza zarar verdiğini bugün herkes biliyor ama yüzde 100 güvenli olsa dahi, gıdalarımızda neler olduğunu bilmememiz tüketici haklarının ihlalidir ve her tüketici, ne tükettiğini bilme hakkına sahiptir.

Beslenmede dini nedenler

Eskiden, dinlerin tüketilmesini yasakladığı gıdaları anlamak çok kolaydı ve basit bir liste bile bunun için yeterliydi ancak transgenik gıdaların hayatımıza girmesiyle birlikte tüm gıda türleri dini açıdan olağan şüpheli konumuna geldi. Bugün artık hangi tohum ya da gıda içeriğinde ne olduğunu neredeyse hiçbirimiz bilmiyoruz. Örneğin, ‘Helal Gıda’ uyarısı yazan ürünlerin genlerinde ne olduğunu anlamak, neredeyse imkânsız. Dini nedenlerle de neler olup bittiğini anlamanın tek bir yolu var, etiketleme! Aksi halde hiç kimse ne yediğini, ne tükettiğini asla bilemeyecektir.

Derin ekoloji

Her şey bir aileyi birleştiren kan bağı gibi birbirine bağlıdır.
Eğer dünyanın oğulları ve kızları (insanlar) düşerse (yok olursa),
Dünya da düşer (yok olur).
Kızılderili Şef Seattle

Kendi içinde bir çelişki

Biyomühendislik terimi, terminolojik açıdan bir çelişkidir. ’Bio’ hayat anlamına gelir. Tüm organik, kendi kendine yeterli, bütüncül ve bilinçli bir yaşamın, tasarlanmış cansız makineler tarafından kontrol altına alınacağı söylemi, kendisiyle çelişkilidir ve bir manipülasyon terimdir. Bilimsel tüm çalışmalar, biyomühendisliğin ekolojik yaşamı sona erdirebileceği savını kanıtlamaktadır.

Muhteşem doğada bulunmayan bir yaşam modeli

Filozof Rene Descartes daha 17. yüzyılda, ‘Hayvanların çığlıkları, makinelerin gıcırdamalarından başka bir şey değildir’ diyerek, güçlü doğal yaşama saygı göstermeyen mekanik yaşamın, doğanın kötü bir kopyası olduğunu vurgulamıştı. Bugünün genetik kopyalamaları da, doğanın mekanik türevinden başka bir şey değildir ve asla doğal olanın yerini tutamaz, tutmadığı da hayvan deneylerinde Fransız bilim adamlarınca kanıtlanmış, laboratuar çalışmalarının sonuçları, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların çeşitli kanser türlerine yol açtığını tüm dünyanın gözünün içerisine sokmayı başarmıştır.

Gen mutasyonu gıdalar ve nükleer silahlar

Mükemmel teknolojiyi ve diğer mekanizmaları kullanarak oluşturulan çağdaş ilerleme görüntüsü, 1940’lı yıllarda atom bombasının patlatılmasıyla dünyamızı top yekûn bir imhanın eşiğine getirdi. Descartes’in Kartezyen Koordinatları ile Einstein’in E = mc2 formülünde olduğu gibi, Einstein ve ünlü matematik dehası Descartes’in formülleri çakışıyordu ama Einstein’in formülleri bombaya dönüşmüştü. Bilimin tehlikeli uygulamalarıyla dünyamız yüzleşmiş ama bundan hiçbir ders çıkaramamıştı. Şimdi de, Descartes’in Kartezyen Teorisi ölümcül bir silaha dönüşmekte!

Gen mühendisliği ya da gen yapıştırma teknolojisi, doğaya Kartezyen benzeri ancak ondan çok daha tehlikeli sonuçları olan bir müdahaledir. Bir nükleer felaketi önlemek bir şekilde mümkündür ancak doğaya bırakılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, doğayı ve tüm gezegenin ekolojisini, geri döndürülmesi mümkün olmayacak, durdurulamayacak bir şekilde bozacak zincir reaksiyonu başlatır. Her bir bitki hücresine ve bitki genlerinin kalbinin ortasına bir gen silahıyla ateş ediliyor. Bu genetik mekanik müdahaleler, doğal yaşam ilkesine karşı bir şiddettir ve genetik mühendisliği gerçekte, insandan önce doğaya karşı bir şiddet uygulamasıdır.

21. yüzyılda, insanoğlu ve yeryüzündeki tüm canlıların barış ve uyum içerisinde yaşamasını sağlayacak bilgeliğe sahip olmak ve bu konuda daha fazla gecikmemek zorundayız. Tarımsal amaçlı ve bitki odaklı tüm gen mühendisliği çalışmaları zaman geçirilmeden durdurulmalı, geleneksel tarım kaynakları ve ortamları korunmalı, insanlığın yok olabileceği bir biyolojik kıyamet önlenmelidir…

Ruhi Köktürk