Muğla’da Farklı Bir Tur

Sonbahardan kışa doğru yol alırken kültür turlarının tam zamanı diye düşünüyorum. Rotamız bilindik; Muğla’ya gidiyoruz; ama bu kez hedefimiz deniz, kum, güneş değil!

İlk gün…

Muğla’da hem şehir içi hem de ilçeler arası ulaşım oldukça kolay ve kullanışlı. Dünyaca ünlü turizm merkezlerine yakın olmasından dolayı kent, gelişmiş karayolu bağlantılarına sahip. Biz de bir tur otobüsüne atlayıp gezimize başlarken; bir yandan da antik Karya bölgesinin en eski yerleşimlerinden biri olan bu bölgenin tarihi hakkında bilgi topluyoruz. Büyük İskender’in ordularıyla Muğla’ya gelişini; Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde “Menteşe Oğlu Darahikey Veziri Muğlı Bey’in fethettiği şehir…” diye kentten bahsedişini dinliyoruz.  

Hisar Dağı eteklerine doğru tipik Muğla evleri yoğunlaşıyor. Çoğu iki katlı olan bu evlerin açık ön sofalarının ‘hayat’ olarak adlandırılmış olması oldukça ilgi çekici. Kuzulu kapı olarak adlandırılan avlu girişlerinin, bacaların, ahşap süslemeli verandaların, duvarlara gömülmüş banyoların Muğla evlerinin tipik özellikleri arasında olduğunu gözlemliyoruz.

Mustafa Muğlalı Caddesi ile Ulu Cami Sokak’ın kesiştiği noktada kentin önemli bir sembolü karşılıyor bizi: Saat Kulesi. Bu kule, Muğla’da yaşamış Rumlardan kente yadigâr. 1885 yılında yaptırılan saat kulesinin üzerinde bir de kitabe göze çarpıyor. Beş katlı kule aşağıdan yukarıya doğru küçülen görüntüsüyle eski şehrin ticaret ve zanaat merkezi arasta mevkiinin tam ortasını süslemeye devam ediyor.

Mabolla Kalesi’ne çıktığımızda bir yandan Bizanslıların hüküm sürdüğü dönemlere ait antik kalıntıları incelerken bir yandan tüm Muğla’yı tepeden izleme şansı yakalıyoruz. Yemek için ise seçimimiz Muğla köftesi. Yemekten sonra çarşıda dolaşıp 2005 yapımı Türk filmi ‘Dondurmam Gaymak’ın çekildiği sokağı ve dondurmacıyı ziyaret etmek ise günün en keyifli anlar arasında yer alıyor.

1994’te açılan Muğla Müzesi üç ana bölüme ve bir galeriye ev sahipliği yapıyor. 9 milyon yıllık fosillerin sergilendiği Turolian Parkı Doğa Tarihi Bölümü müzenin en ilginç bölümü. Arkeolojik bölümde sergilenen Straonikea antik kentine ait buluntularla; etnografya bölümündeki eski dönem eşyaları görmek de bir o kadar heyecan verici. Buradan çıkıp 1293 yılından kalma Yağcılar Hanı’na ulaşıyoruz. Burası, yapıldığı dönemde Muğla’nın önemli bir ticaret merkeziymiş. Günümüzde bir iş merkezi olarak kullanılan han, avlu etrafına dizilmiş odalardan meydana geliyor.

Muğla’ya tepeden bakan Şahidi Camii’ndeyiz. Camiikebir Mahallesi’nde yer alan ve 1390 yılından kalma bu Osmanlı eserinin bahçesi Mevlevi zatların mezarlarıyla dolu. Muğlalılar bu zatların kenti manevi olarak koruduğuna inanıyorlar. Caminin iç mekânı o kadar mistik ki bu anlatılanlarla birlikte gözümüzde eski Muğla’yı hayranlıkla bir masal gibi canlandırabiliyoruz.

Ertesi gün…
Konakaltı Hanı, iki katlı ve ahşap bir mimariye sahip. Hanın alt katında eskiden ambarlar ve dükkânlar bulunurken üst katında bölgeye gelen tüccarların konakladığını öğreniyoruz. Han, günümüzde sanatsal etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.
Şehir merkezine sadece 2 kilometre uzaklıktaki Karabağlar Yaylası, yaz aylarında Muğla’dan daha serin olduğu için yerlilerin ilgi odakları arasında yer alıyor. İçerisinde yer alan tarihi kahvehaneler ise bizim favorimiz oluyor. Biraz ikram ve sohbetin ardından yaylada bisikletle geziyoruz.

Güneye yönelip Marmaris Kalesi’ne geçiyoruz. Kale, 1991’de müzeye çevrilerek turizme kazandırılmış. Özellikle bu gezimize sığmayan Muğla’nın Datça ilçesindeki Knidos kalıntılarını burada görebildiğimiz için mutlu oluyoruz. Müzede Roma, Bizans ve Helenistik dönemden kalma çeşitli eserlere rastlamak mümkün. Müze çıkışında ise bizi sıra sıra dizilmiş ‘balcılar’ karşılıyor. Marmaris Kalesi’ne yakın bir yerde bulunan Hafsa Sultan Kervansarayını Kanuni, Valide Hafsa Sultan için 1545’te yaptırmış ve Rodos seferi için de kullanılmış. Burada biraz fotoğraf çekip Köyceğiz Gölü’ne geçiyoruz. Yuvarlakçay, Asar, Yangı, Kargıcık Çayı, Namnam Çayı ve Özsuyu pınarları ile beslenen Köyceğiz Gölü, bulunduğu kasabayla muhteşem bir uyum içinde. Köyceğiz’de yiyeceğimiz erken akşam yemeği için tercihimiz çökertme ve keşkek gibi yerel tatları keşfetmek ve buradan sevdiklerimize hatıra götürmek üzere birçok faydasından söz edilen meşhur sığla yağından satın almak.


Muğla’nın Ortaca, Dalaman ve Dalyan ilçelerinde yaygın bir şekilde nar ve narenciye tarımı yapılıyor. 13 bin dekarlık alanda 15 bin tonu aşan üretimiyle bu bölgeyi ‘Türkiye’nin nar ambarı’ olarak adlandırabiliriz. İlçede üretilen nar, gerek iç piyasada gerekse ihracatta aranılır ürün halinde. Ortaca’da nar tarlalarını ziyaret ederek hasada katılıyoruz. Kalın kabuğu nedeniyle bozulmadan 9 ay dayanabilen bu mucizevi meyvenin; güneşi, suyu, hafif tuzlu toprağı ve deniz üzerinden gelen iyotlu rüzgârı sevdiğini öğrenip kendine vatan olarak neden Dalyan Ovası’nı seçtiğini daha iyi anlıyoruz.  
Burnumuzda mis gibi taze narın kokusu ve gönlümüzde ilk kez bir hasada dâhil olmanın mutluluğuyla bir nara benzetiyoruz Muğla’yı… Buraya gelirken sadece ‘bir’ kent görmeyi umarken; birbirinden farklı sürprizleriyle karşımıza çıkan 13 farklı ilçesini düşünüyoruz… Kiminde kaya mezarlarını, kiminde Mavi turu, kiminde yamaç paraşütünü, kiminde antik tiyatroları ve ödüllü müzeleri barındıran bu nar taneleri gibi bol ve bereketli ilçeleriyle Muğla; bir kez daha şaşırtmayı başarıyor bizi.

Nilsu Emre

@emrenilsu