Marmara Denizi Adım Adım Tükeniyor!

Birçok balık türünün üreme ve geçiş noktası olan Marmara Denizi, ne yazık ki, bu denizi çevreleyen yerleşim yerlerinin yoğun stresi altında kalarak, adım adım tükeniyor!

Akdeniz ve Karadeniz arasında geçiş yapan balık türleri, Marmara Denizi’ni bir geçiş ve dinlenme noktası olarak kullanıyor. Uzmanlar, balık neslinin devamı için, bölgenin çok iyi korunması gerektiği halde, bunun yapılamadığını ifade ediyorlar.

11.500 kilometrekarelik bir alana ve 3.378 kilometrekarelik hacme sahip olan Marmara Denizi’nde, arıtılmadan denize bırakılan; içerisinde fosfat barındıran deterjan, kullanılmış yağlar, kanalizasyon atıkları vb gibi evsel atıklarla, sanayi kuruluşlarının arıtmadan saldığı endüstriyel atıklar, dip yaşamını olumsuz etkilemekte. Denizi çöplük olarak kullanan kişi, kuruluş ve kurumları da buna eklediğimiz zaman, Marmara Denizi, altından kalkamayacağı yoğun bir yükle karşı karşıya.

İstanbul kentinin, İzmit ve Gemlik Körfezi çevresinde oluşan yoğun yerleşim ve sanayi kuruluşlarının kaçınılmaz baskısı, Haliç’in etkisi, Marmara Denizi kıyısında yer alan kent ve beldelerin atıkları, derelerin denize sürüklediği tarif edilemez kirlilikteki tortu ve çöp yığınları, Marmara Denizi’ni adım adım ölüme yaklaştırıryor. Aslında bu iç denizimiz, Marmara’yı transit geçen ya da liman olarak kullanan uluslararası gemi trafiğinin, her türlü kirletici unsurlarından da etkilenmekte.

1980 yılında ülkemizde 500 bin ton balık avlanırken, artan nüfusa rağmen bu rakam günümüzde, 400 bin tona ulaşamamaktadır. Yoğun kirlilik stresinin, kaçak avlanmanın, trolün ve avlanma yasakları zaman dilimlerinin yanlış planlanmasının denizlerimizi getirdiği noktanın en güzel belirleyicisi, 30 senelik süreçte, verimde düşen 130 bin ton / yıllık balık avı rekoltesidir ve Marmara Denizi de bundan kendisine düşen payı alıyor.

Bir zamanlar orkinos, kılıç, çipura, levrek, palamut, lüfer ve özellikle uskumru gibi türlerin yaşadığı ve avlandığı bölgelerde, bugün sadece istavrit, hamsi ve sardalye ile birlikte kırmızı karides avlanabiliyor ve bu avcılık dönemi de çok kısa sürüyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre, 2004 yılında, Marmara Denizi’nde yılda 68 bin ton balık avlanırken, bu rakam 2009 yılında 31 bin tona, yani yarıdan daha az orana düşmüş bulunuyor.

Bakın, Su Ürünleri ve Balıkçılık Meslek Dalı Ana Komisyonu (MEDAK) Başkanı Prof. Dr. Meriç Albay, bu konuyu nasıl vurguluyor; “Marmara Denizi’ndeki potansiyel olarak avlanabilir balık çeşitlerinde korkunç bir azalma oldu. Örneğin, en son Marmara’da, 1996 yılında orkinos avlanmış ve balık halinde satışı yapılmış. Kılıç balığının ise en son ne zaman avlandığı bilinmiyor. Bir zamanlar Sarayburnu’nda olta ile 2 kiloluk çipuralar yakalanırken, bugün tükenmek üzere. Uskumru ise artık yok denecek kadar az avlanıyor. Belki hala kıyıda köşede kalmış 50 – 60 tür var. Ancak, örneklemek için numune bulmak zor.”

Hepimizin bildiği gibi, sahip olduğumuz tüm denizlerimiz yani dört denizimiz de, kapalı denizdir. Kapalı denizlerde oluşan kirlenmenin yani suyun kendisini yenilemesi için geçen sürenin çok uzun olduğu biliniyor. Böylece, bu tür kapalı su havzalarında oluşan kirlilik, uzun yıllar bu ortamda kalmakta.

İstanbul Kanalizasyon Projesi Mastır Plan Revizyonu, evsel atıkların arıtılmadan Marmara Denizi’ne verilmesine ve dip akıntısı ile Karadeniz’e gönderilmesine dayanıyor! Sanayi, tarımsal ve evsel atıklar, Marmara Denizi’ni taşıyamayacağı bir yükün altında bırakırken, nitrit, nitrat ve amonyak değerleri çok yüksek seviyelerde bulunuyor. Dip yaşamı ise, birçok noktada tamamen ölmüş durumda. Deniz üst su tabakasındaki (özellikle göçer balıkların) yaşam alanı ise, şu anda 5 – 7 metre seviyesine kadar gerilemiş bir halde. 1970’li yıllardan önce denizin yüzeyinde 7 – 7,5 mg / litre olan oksijen oranı ise, bugün, 3 – 3,5 mg/litre seviyelerinde.

Her geçen gün, Marmara Denizi’nde bulanıklık seviyesiyle, zararlı mikro organizmalar ve buna bağlı olarak oksijen ihtiyacı artıyor. Ağır metal kirliliği, organik atıkların denize sürüklenmesi, ekili alanlardan yağış etkisiyle denize sürüklenen kimyasal gübreler ve pestisitler, derelerin barındırdıkları tüm kirliliği denize taşımaları, arıtılmadan suya bırakılan her çeşit kirlilik unsuru, binlerce fabrikadan denize ulaşan kimyasal atıklar, bu denizimizin su kalitesini adım adım geri dönüşü olmayan kritik eşiğe getiriyor. Öyle ki, çoğu noktada artık deniz suyu kütlesinden çok, zehirli ve hastalık saçan bir sıvı özelliğini taşıyor.

Bilim adamlarına göre, Marmara Denizi’ndeki su seviyesindeki bozulma, deniz canlılarının DNA yapılarına hasar verecek seviyeleri çoktan aştı!

Spektrometre denilen ölçüm aletleriyle elde edilen verilerde, ölçüm değerinin 1,2 üzerinde çıkması, genotoksik dediğimiz, genetik hasara yol açacak seviyeye işaret ediyor.

Haramidere ve Ayamama derelerinin Marmara Denizi’yle buluştuğu noktalarda yapılan ölçümlerdeki genotoksik değerler, 1,3 ve 1,4 aralığında çıkıyor! Marmara Bölgesi derelerinin denizle buluştuğu tüm noktalardaki değerlerin de bu seviyelere yakın olduğu düşünülüyor! Ne yazık ki, bu bölgelere ulaşabilen balık türü deniz canlıları, yengeçler, genetik hasarın sonuçlarını bile yaşamaya zaman kalmadan, oksijen yetersizliğinden ölmekte!

Balıkçıların ağlarına, hastalanmış, yaralı balıklar takılıyor. Genetik hasara uğrayarak, gelecek jenerasyonlarda başkalaşıma uğrayacak deniz canlılarının tüketilmesi halinde, ciddi genetik sorunlarla karşılaşılacağına dair uyarılar yapılıyor! Marmara Denizi’nin hemen her yerleşim bölgesinden denize ulaşan, kurşun, cıva, çinko, krom, bakır, kadmiyum gibi ağır metallerin, besin zinciri aracılığıyla insanlara geçerek, ciddi zararlar oluşturacağına da kesin gözüyle bakılıyor!

İnsan, ‘İstanbul’un yüzlerce ve daha birçok bölge şehrinin toplamda binlere varacak güzelim derelerini teker teker yok ettik, sıra geldi denizleri yok etmeye!’ diye düşünmeden edemiyor.

Denizde yaşamın bitmesi demek, önemli bir protein kaynağı olan yenilebilir tüm deniz canlılarına ve yeryüzünün oksijen üretim alanlarından çok önemli bir tanesine de veda anlamına geliyor.

Bu arada, son 100 senelik zaman dilimi içerisinde, gezegenimizin en önemli oksijen kaynağı olan planktonların yüzde 40 oranında azaldığı belirlendi. Üstelik  her yıl yüzde 1 oranında azalmaya devam ederek!

Denizlerdeki planktonlar, yüzeydeki karbondioksiti aşağıya çekiyor, deniz canlılarının oksijenin ihtiyacını karşılıyor. Soluduğumuz oksijenimizin yüzde 50’sini yani yarısını planktonların ürettiğini bilirsek, bu yok oluş sürecinin ne anlama geldiğini daha iyi fark edebiliriz. Bunun, tropik yağmur ormanlarının ve mercanların yok olmasından daha dramatik sonuçlara yol açması bekleniyor. Son 20 yılda, dünya üzerindeki toplam oksijen miktarının yüzde 0,003 oranında azaldığı gerçeği de, negatif gelişmelerin beklenenden hızlı olduğunu gösteriyor.

Yeşim Köktürk, Çevre Misyonu Platformu (ÇEVREM), fotoğraf: İsmail Şahinbaş