Korku Eğitsel Midir

Yaşamımızın her alanında, korku eğitim aracı olarak kullanıldı. Daha doğarken korkuyu tanıyarak doğduk. Bebekken bile uyutulmak için korkutulduk. Annelerimiz bizimle baş edemeyince hemen korkuyu devreye soktu.

Sonra okulda başladı korku. Öğretmenlerin de işine geldi. Zaten korkutulmaya alışık olduğumuzdan yadırgamadık. Öğretmenin de korkuyu kullanmasına izin verdik. Ne de olsa korku en çabuk sonuç alınan bir yoldu. Korkutup sindirmek, susturmak hemen sonuç veriyordu. Oysa sevgiyle verilen eğitim, uzun zaman isteyen bir yoldu. Yaşam boyu kalıcı olması görmezden gelindi. Korkuyla verilen eğitimin ömrü oldukça kısaydı. Korku ortadan kalkınca bitiyordu. Hani patron dışarıdayken, çalışanın işi astığı gibi.

Teknolojinin baş döndürücü hızla ilerlediği, herkesin bilgiye kolayca ulaştığı, şu zamanda korkuyu eğitim aracı olarak kullanmak, cahillik ötesi bir durum olurdu. İşte şimdi size anlatacağım olay da böylesi bir olay. ‘Ne cesur öğretmenler var’ mı diyelim? Yoksa ‘Bu zamanda bu kadar cahilliğe pes’ mi diyelim? Ben karar veremedim, bakalım siz ne diyeceksiniz?

Olay, Konyaaltı sınırları içinde bir ilköğretim okulunda, 7. sınıf öğrencilerinin başına geldi. Sınıf öğretmeninin kendi çocuğu da aynı sınıfta okuyormuş. Annesinin sınıf öğretmeni, babasının emekli polis olması çocuğun ayrıcalıklı ve şımarık olmasını sağlamış. Sınıf öğretmeni anne, sınıftaki diğer öğrencilere, çocuğu ile arkadaş olma, ona sevgi gösterme baskısı yaparak başlamış yeni öğretim yılına. Öğrenciler, öğretmenin çocuğundan çekinir hale gelmişler. Ama çocuk bu, bir gün ‘Kral çıplak’ deyiverir. Öyle de olmuş. Yine bir haksızlığa dayanamayıp dövüşmüşler. Öğretmenin çocuğundan dayak yiyen, kendini kurtarmak için, onu ısırıvermiş. İşte olan o zaman olmuş.

Öğretmen çocuğu ile diğer çocuklar arasında önce sözleşme imzalatmış. ‘Kolunu ısırdım, onu dövdüm…’ diye. Sonra çocukları alıp müdüre götürmüş, sorgulatmış. Öfkesini alamayan öğretmen, önce hastaneye götürüp ‘Darp raporu’ almış. Sonra çocukları ‘Çocuk Suçları Şubesi’ne götürmüş (Okul müdürünün çocukların götürülüşünden haberi yokmuş).

Oldukça korkan çocuklar, bir de orada sorgulanmışlar. O kadar çok korkmuşlar ki, bundan sonra, öğretmenin çocuğu tam bir ayrıcalık kazanmış. Diğerleri de özgüvenleri yaralı, gözlerinin ışığı perdeli, korkuyu derinden yaşayarak, düşlerine kâbus karışarak, yaşamlarının ilk büyük haksızlığı ile karşılaşmışlar. Korku burada bitmemiş, bir de ailelere ‘Çocuklarınızı, Çocuk Suçları Şubesi’nden alın’ telefonu edilmiş. Çocukların korkularına, bir de ailelerin korkuları eklenmiş. Aileler, öğretmeni şikâyet etmekten çekiniyor. Çünkü yerinde kalırsa, çocuklarına daha çok zarar vermesinden kaygılılar.

Ben bir öğretmen olarak, bu olaya ne diyeceğimi bilemedim. Ama çocukların korkularını ta yüreğimde duydum. Aynı meslekten olduğum için de, meslektaşımın utancını yaşadım. Körpecik gözlere umut yerine korku aşılamasından sorumluluk duydum. Benim de uykularım kaçtı. Kâbusa dönüştü ve ‘Eğitim nereye?’ çığlıklarımla, kendi sesimden uyandım. Umarım bu öğretmen de uyanır.

Çünkü öğretilen bilgilere, çocuklar öğretmensiz de ulaşabilir. Önemli olan öğretmenin vereceği umuttur, güvendir. Korkunun geldiği yere geri dönmesi, çocuklarımızdan ve eğitimden uzak durması umuduyla.