Kelebeğin Namusu

Yeryüzünde yaşayan ya da geçmişte yaşamış olan canlılar 1750’lerden bu yana tanımlanıp adlandırılıyor. Milyonlarca canlı bu sayede kodlanmış durumda. İşin boyutları öyle büyük ki, sadece hayvanlar için bugüne kadar 7–8 milyon bilimsel adlandırma yapılmış. Bunların iki milyon kadarını böcekler oluşturuyor. Bitkilerden hiç söz etmiyoruz.

Başlangıçta mitolojiden ya da tanımlanan canlının biyolojik özelliklerinden yola çıkılarak verilen adlar artık çok farklı alanlardan seçilmeye başlamış; ünlü şahsiyetlerden, roman ve çizgi film kahramanlarına, nida ve hayret ifadelerinden alkollü içecek adlarına kadar her şey bilimsel adlandırmada kullanılıyor. Bu arada işin içine etnik, siyasi, kültürel ve dinsel kavramlar da girince, 1948 yılında Paris’te toplanan Zooloji Kongresi, kişilerin ve toplumların dini ve ahlaki değerlerini rencide edebilecek adların kullanılmaması yönünde tavsiye kararı almış.

Zira bakın 19. yüzyılın sonunda bizler açısından önemli nasıl bir olay yaşanmış: Ünlü Alman böcekbilimcisi Otto Staudinger (1830–1900) kendisine gönderilen bir gece kelebeğini tanımlamış ve ‘Agrotis homicida Staudinger, 1900′ diye yayınlamış. Bu örnekleri Maraş’ta toplamış olan H. Manissadjian kendisine bir de mektup yazarak, bu canlıya verilecek adın birkaç yıl önce Türkler tarafından katledildiğini söylediği Ermelilere adanmasını istemiş. Bunun üzerine Staudinger kelebeğe ‘homicidaadını koymuş. Latincede bu sözcük ‘insan öldüren’ ve ‘katil’ anlamı taşıyor.

Bu olaya duyduğu tepkiyi yıllarca içinde saklayan Prof. Koçak, eşi ile birlikte 2006 yılında Papua Yeni Gine’de saptadıkları başka bir gece kelebeğini tanımlayarak ‘Euproctis ediconeg Koçak & Kemal, 2006′ adıyla yayınlamış. Buradaki ‘ediconeg’ sözcüğü tersten yazılınca ‘genocide’ oluyor. Bugün Türkiye’ye karşı kullanılan soykırım suçlamasının nasıl ters yüz edildiğine vurgu yapan bir adlandırma. Gazze nedeniyle son günlerde yaşanan gelişmeler soykırım kavramının gerçekten nasıl ters yüz edildiğini kanıtlamıyor mu sizce?

Prof. Koçak biyolojik çeşitliliği incelenen Osmanlı ve daha sonraki Türkiye topraklarında saptanan yeni canlılara, Batılı araştırmacıların nedense hiç Osmanlı ya da Türk adı vermediklerini, 1940lı yıllara kadar ‘Asia Minor’,Kleinasien’,Smyrna‘, ‘Constantinople’ gibi adları tercih ettiklerini söylüyor. Bu tutum son yıllarda Türkiye’de saptanan yeni böcek türlerine Vaspurakan, Achamenid, Peshmerge gibi adların verilmesiyle de sürdürülüyormuş. Batılı biyoloji çevrelerinde yer alan ilginç bir ret ediş, kabullenememe ve tanımama biçimi…

Prof. Koçak’ın 1966 yılında Ankara’da kurduğu Entomolojik Araştırmalar Merkezi (Cesa), böcekler üzerine araştırmalar yürütüyor, yayınlar yapıyor. Kendisi de uzman bir entomolog olan eşi Dr. Muhabbet Kemal, onun en önemli çalışma arkadaşı. Cesa bünyesinde yaptıkları araştırmalar sırasında 2003 yılında Dağlıca’da saptadıkları bir helikopter böceğini, buradaki karakolda 21 Ekim 2007 gecesi PKK’nın terörist saldırısı sırasında yaşamlarını kaybeden askerlerimizin anısına, ‘Echthromyrmex sehitlerolmez Koçak & Kemal, 2008′ diye ad koymuşlar. Tanımladıkları yeni türlere koydukları adlar arasında mehmetcik, ilgisizilim, ilkkursun, hasantahsin, nusret, kangal, orumcek, yunusemre, mimarsinan, pirireis, mevlana gibi adlar da var.

Koçaklar uzun bir süredir Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürüyorlar. 2005 yılında yok yere haftalarca hapiste yatmaya edilen bırakılan ve sağlığı bozulan zamanın Üniversite Rektörü Yücel Aşkın adına, Yeni Gine’de saptadıkları bir kelebek türünü, o yıl ‘Yucelaskinia Koçak & Kemal, 2005′ adıyla bilim dünyasına tanıtmışlar.

Dünyada sadece Van Gölü’nün doğusunda, Çatak Vadisi’nde yaşayan bir kelebek türüne ‘Polyommatus eumedon namus Koçak & Kemal, 2002′ adını vermişler. Bu adlandırma ile Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin farkında bile olmayan, dolayısıyla bu değerlerin yok edilmesine hiç aldırmayan, hatta bu zenginliğin göz göre göre çalınıp yağmalanmasına göz yuman yöneticilerimize ve tabi vatandaşlarımıza bir şey söylenmek isteniyor; üzerine basa basa “Bu ülkenin bütün değerlerini namusumuz gibi korumalıyız!” diye haykırılıyor sanki.

Kırk yılı aşkın süredir yaptığı araştırmalarla ülkesinin biyolojik zenginliğine büyük katkılar yapmış olan Prof. Dr. Ahmet Ömer Koçak, bir teşekkürden fazlasını çoktan hak etmiş bulunuyor. Ülkemizde ne yazık ki, bilim insanlarımıza, fazlası bir yana, yaptıkları bilimsel çalışmalardan dolayı küçük bir teşekkür bile edilmiyor. En üzücü olanı ise, Prof. Koçak’ın geçtiğimiz günlerde Üniversitede verdiği bir seminerin sonunda “yaptığımız araştırmalar bizimle birlikte biter gider!” demesi. Bilim insanlarını böyle bir umutsuzluğun içinde bırakmak, hiç bir 〠浣〠瑰㸢ﱂﱴﱧ潤慬琿洿欠棢攠政汫ⱥ欠棢㬲6tContentID

￰tCategoryIDülkenin hiçbir yöneticisinin hakkı olamaz.

(Bu yazıya yaptıkları katkılar için Sayın Prof. Dr. Ahmet Ömer Koçak’a ve eşi Sayın Dr. Muhabbet Kemal Koçak’a çok teşekkür ederim)