Kadınlara Yaşamadan Ölmek Mi Yakışır?

Ülkemizde hiç yaşamadan ölen kadınları sayabilsek, gerçekten yaşayabilenler azınlıkta kalırdı. Bunu yürekten anlayabilmek için kadın olmak gerekir. Birçok erkek arkadaşım yazılarımı okuduğunda, abarttığımı söyler, çünkü o bunu fark edemez. Fark etmek için, farkında olmak gerekir. Farkında olmak için de yaşamak. Zaten bizde çok az kişi empatiyi kullanır. Kullanabilseydik, sorunlarımızın çoğunu çözerdik.

‘Bir zincir, en çürük halkası kadar sağlamdır.’ Bu zincirin yarısı olan kadınlara ölümü hak gördüğümüzde, diğer yarısı ile yapılan işlerin sağlamlığından söz edilebilir mi? Kaş davasını biliyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kahraman savcısı, tecavüzcüleri korumak için, protesto edenleri içeri atma derdinde. Bizim geleceğimiz olan çocuklarımıza tecavüz edenler, geleceğimizi öldürmüş olmaz mı?

Bu ülkenin kadınları, çocukları, solcuları, Alevileri, Kürtleri ölüm korkusuyla yaşıyorsa, ya da korkmasalar bile, her an başına bir bela gelecek beklentisi içindeyse, kimler ya da ülkenin ne kadarı korkusuz, kaygısız yaşayabilmektedir? Bir avuç paragöz. Sadece onları rahat yaşatmak için değer mi güzel insanlarımızı riske atmaya, yok saymaya, ölüme terk etmeye, daha yaşayamadan ölümü hak görmeye? Bu sistem nasıl bir sistemdir diye sorgulamadan, uyuyabilmeye? Tecavüz edilen her çocuk, öldürülen her kadın için, gücünün yettiğince bir şey yapmayanlar nasıl uyku girer gözlerinize. Zincirin yarısı çürümüşse, nasıl sallanırsınız o salıncakta? Kendinize ne denli ‘Akıllı evler’ yapıp ne denli bahçelerinize dijital korunma tedbirleri inşa etseniz de, korunabilir misiniz? Bir kere en büyük tehlike kendinizsiniz. Bir gün içinizde harekete geçecek vicdanınız sizi uykusuz, susuz bırakacaktır. Savcı da olsanız yargıç da. Her insanın bir vicdanı vardır kendini dinlemeyen. Sizinki derinlerde olabilir, ama bir gün su yüzüne çıkıp ölenler, yok sayılanlar, tecavüz edilenlerin hesabını size soracaktır. İşte o zaman sizi hiçbir koruma koruyamayacaktır. Çünkü sorgulayan kendiniz olacaksınız.

Pir Sultan Abdal  “Demiri demirle dövdüler / Biri sıcak biri soğuktu / İnsanı insana kırdırdılar / biri aç, biri toktu” der. Bu devran elbet bir gün tersine döner. Güneş bile zaman zaman yörüngede bir değişiklik yapar. Tarih baba, size de bir gün doğruyu söyletecektir. Çünkü bu gezegen bu denli dengesizliği taşıyamaz. Açlıktan ölenler de kadınlar da ‘Gayrık yeter’ diyecektir. İnsan olmayı, kardeşçe yaşamayı öğretecektir.

Dün yine Antalya’da bir ev emekçisi kadın cam silerken düşüp öldü. Yoksulun öldüğü pek duyulmaz, ama bu duyuldu, hem de en yüksek sesle. Çünkü görmezden gelinen, yoksulluk arttıkça, ‘Temizlik sektörü’ diye bir iş alanının doğduğu, herkesçe bilinir. Bilinir de sanki onların canı yanmaz, yorulmaz, üzülmez gibi görmezden gelinir. Her şeye katlanan, ölesiye yorulan, bu işçiler kadınlardır. Evine bir parça ekmek götürebilmek, çocuklarının yüzünü güldürebilmek için, iş bittiğinde, peşin ücretini alabildiği tek sektördür. Çünkü son yıllarda çalıştırıp ücret ödememek yaygındır. ‘Biz sizin aylığınızı biriktiriyoruz. Birkaç aylık birden ödeyeceğiz’ modasıyla karnı açken para biriktirmenin lüksünü yaşatmaktadırlar. Turgut Özal’da bize böylesi bir öğüt vermişti. “Maaşınızı aynı gün almayın, parça parça alın ki, hemen harcamayın” diye. Sanki elimizde para kalırmış gibi.

2 Temmuz yine içimizi yaktı geçti. Her yerde kaybedilen canlarımız anıldı. Her anmada öfkeler bileylendi. Yas tutarken de bilinçlerin daha bir ışıdığı malumdur. Her acı bir okul değil midir? Sivas yangınını ölçerenleri savunan avukatlar ödüllendirilmişti. Hem de çoğu ‘Milletin vekili’ olmuştu. Gerçeği bilenler elbette onlara vekillik vermezdi, ama yalanlara kananlar şimdilik uyanamadı. Şöyle bir anımsayacak olursak, sanık avukatlarından; Şevket Kazan, Celal Mümtaz, Hayati Yazıcı, Haydar Kemal Kurt, Zeyid Aslan, Hüsnü Tuna, Burhanettin Çoban, İbrahim Hakkı Avşar, M. Ali Bulut, Bülent Tüfetçi, Halil Ürün, Mevlüt Uysal, Nevzat Er, Suat Altınsoy, İbrahim Kök, vb AKP’den milletvekili oldular. Çünkü sanıkları beraat ettirdiler, bu başarı elbette karşılığını bulmalıydı. Biz unutmadık.

Unutmak, közün üstünü külle örtmeye benzer. Bir gün rüzgâr külü üfürünce, köz en yangın haliyle ortaya çıkıverir.