İksir

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde diyerek giriyorum kendi masalımın içine. Hani, küçük çocuklara başlarsınız anlatmaya ve doğaçlama masalınız kendinizin dahi anlamadığı karışık yollardan geçerek farklı boyutlara evrilir en sonunda bir çıkış bulup mutlu sonla bitirmeyi başarırsınız. Tam da o noktadayım. Masalımda yok, yok. Bir tutam mantar, bir perçem siyez buğdayı, bolca elma ekşisi, bir kepçe ahlat pekmezi, azıcık da kuşburnu marmeladı karıştırıyoruz. İçine bol tebessüm, çokça tecrübe ve de sınırsız doğa ve hayvan sevgisi de ekleyin. İşte karşımızda muhteşem şifa kaynağı, masalsı; İksirli çiftlik.

Kastamonu’nun Daday İlçesi’nin bağrında kadın elinin değdiği her halinden belli, güzelliklerin ayrıntılarda gizli olduğu ve yıllardır gitmeyi düşlediğim sakin ve sevecen kollarıyla bizleri kucaklayan İksir Kasabası. Ballıdağ ormanlarına özgü, taze kanlıca mantarı ve meyve türleri toplamak için yamaçlara tırmanmaya başlamadan önce samimi bir sohbetle akademisyen ve ilgilisinden, mantar dünyasını tanıyoruz.

Mantar Şenliği
Doğadaki şifanın bir parçası olan, hem bitki hem de hayvan olarak tanımlanan mantar ailesini keşfettikçe şaşkınlığımız ve hayranlığımız da artıyor. Toprak altında metrelerce uzayabilen bir ağın parçası olan ve yeryüzüne meyve olarak, ansızın bazen bir ağaç dibinde ya da çukurda karşımıza çıkan bu familyanın bilmediğimiz ne çok sırrı varmış. Kuzugöbeği, cincile, porçini, borazan, kazayağı, içi kızıl, sığırdili, koç mantarı ilginç görünümleri ve içerdikleri besin öğeleri ile mutfaklarda şöhreti hak ediyor.

Şirin mi şirin bir ilçe Daday, orman içi yollardan ya da bizim yaptığımız gibi havayolu ile çok keyifle ulaşılacak mesafede. Çevrede mini köylerle buluştuğumuz, ATV turları yapılıyor. Nasıl heyecan verir, nasıl bir sevinç dalgası yaratır hiç büyümeyen yüreklerde bu sürüş keyfi, inanılmaz.

Çiftlikte yetiştirilen o güzelim, duygusal atlar, kızıl-siyahî kadife ya da gri-beyaz benekli görünümleri ile hayran olup saatlerce izlenebilecek bir tablo misali. Küçük, büyük demeden meraklı gözlerle mantar avına gelen ve şenlikten en büyük keyfi alanlar arasında çocuklar da vardı tabii.

Gelen misafirlere iyiden iyiye alışmış sevimli dostlarla, çiftlik çevresinde gezip doğan güneşi kucaklarken her ayrıntıyı zihnime nakşetmeye çabalıyorum. Hâlâ güzelliğini koruyan iki ya da üç katlı, yemyeşil bahçelerinin içinde kocaman bir inci gibi parlayan konaklar gözlerimi kamaştırıyor. Estetikten uzak, yığınlar halindeki beton bloklardan ne kadar farklı ve huzur veriyorlar. Sırf yeni ve modern olmak adına tüm yapılanlar, sözüm ona batılı-modern dünya ile vahşi-geri kalmış olarak adlandırılan diğer ülkelerin arasındaki, doğaya saygı boyutunu bir kez daha sorgulamamızı zorunlu kılıyor.

Tüm acılara şifadır doğa
Acılarına çare arayan tüm hastalara ithaf edilmeli bu doğa. Şifayı bize o öğretiyor. Mutluluğun resmini yapmak, nefes kesici bir evrenin şifrelerini keşfetmek, ilacımızı besin, besinimizi ilacımız yapmak elimizde. Güneşten alabildiğimiz kadar D vitamini, enerji ve özgürlük almak da. Derin, huzurlu uykunun sabahında tek parça uyandığımızda ve geleneksele sağlıklı dokunuşlar yaptığımızda kendimizi bir kez daha kutlamalıyız. Şükrederek, sevgiyle.

Az zamanda edindiğim yeni arkadaşlarım, pekiştirdiğim güçlü dostluklarım ile sıcağı sıcağına yeni keşiflere yelken açmanın tam zamanı. Adresler, telefonlar paylaşılıyor çabucak. Belki bir kaç haftaya ormana yakışan tüm renkler fotoğraflara yansıyacak, kalplere yansıyan mutlu anılar gibi.

Falınızda hangi yol varsa üç ya da beş vakte kadar, bahanelere veda edip atın yollara kendinizi. Doğayla kucaklaşmak, yenilenmek ve yeniden doğmak için daha ne bekliyoruz?

Kızılderili Reis Seattle yazdığı bir mektupta şunları ifade etmiş; Doğadaki her şey, tıpkı insan beynini oluşturan nöronlar ve onları birbirine bağlayan sinapslar gibi ilişkidedirler. Bu nedenle dünyamızı devasa bir beyin olarak görebiliriz. Sonuçta doğaya yaptığımız her iyi ya da kötü etki tüm insanları etkilemektedir ve etkileyecektir. Beyaz adamın şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Eğer insan bir kuşun yalnız ağlayışını ve su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların sesini duymazsa hayatın anlamı nedir?

Anadolu’muzun mayasında şifa veren, gönüllerimize merhem olan bir başka iksir.
Şüphesiz, hepiniz bilirsiniz. Yaşadıklarımıza anlam katan eşsiz birikimlerimiz, türkülerimiz. Karacaoğlan’dan Grup Abdal’a, aynı solukta söylenen bir arayış ve varoluş yankısıdır;

Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz oy,
Gayrı dünya bana garalandı gel gel,
Derildi defterim, arsız amansız oy
Üst üste dizildi sıralandı gel gel.
Canım gel, gel
Gülüm gel gel…

Metin: Deniz Can, fotoğraflar: İsmail Şahinbaş