HES’lerle İlgili Uzun Uzun

‘Ülkemiz öyle sanıldığı gibi su zengini bir ülke değildir. Ülkemiz topraklarında doğan ve değişik denizlere dökülen çok önemli akarsularımız olmasına karşılık, yüksek debili akarsu varlığımız oldukça yetersizdir. Yıllık ortalama 643 mm yağış miktarıyla, toplam 501 milyar metreküp su ülkemiz topraklarına düşmekte ve bu miktarın 274 milyar metreküp kadarı buharlaşma yoluyla tekrar atmosfere dönmektedir.

69 milyar metreküplük kısım yeraltı sularını beslemekte, 158 milyar metreküplük kısım ise yüzeysel akışla deniz ve göllere dökülmektedir. Sonuçta, teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir su gizil gücümüz, ortalama 112 milyar m3 / yıl ve kişi başına düşen ortalama yıllık kullanılabilir su miktarımız ise 1650 m3 civarındadır. Bu veriler ile ülkemiz su kıtlığı çeken ülkeler arasında yer almaktadır. Daha da önemlisi, gelecek 20 yıl içinde nüfus artış hızına koşut olarak kişi başına düşen su miktarının azalacak olmasıdır’ (Ziraat Mühendisleri Odası HES Raporu’ndan).

– Yukarıda da belirtildiği gibi, ülkemizde kişi başına yıllık bin 600 metreküp su düşüyor. 2025 yılında ise bu miktar, bin metreküpün altına düşecek. Bunun anlamı, (bin metreküp ve aşağısı, su sıkıntısı anlamına geldiği için) dünyada su sıkıntısı çeken ülkeler arasına girmemizdir.

– Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde, ‘2025 yılında dünyada 3 milyar kişinin su kıtlığı yaşayacağı, yani sağlıklı suya ulaşamayacağı’ söylenmektedir.

– Doğu Karadeniz başta olmak üzere Türkiye’nin neresinde bir akarsu yatağı, kaynağı bulunuyorsa, burada uygun olsun olmasın HES projeleri için çalışmalar yürütülüyor. Artvin’den Samsun’a kadar yapılması planlanan 220 HES, 700′ü geçti. İkizdere’de 72 kilometrelik dere üzerinde 22 HES yapılması planlanıyor. Yani 3 kilometreye 1 HES düşüyor.  İkizdere’de, vadi yatağındaki su, 60 kilometrelik bir tünelle gözden kayboluyor ve ancak, o da çok cılız olarak, 10 – 15 kilometre kadar açıktan akabiliyor.

– Toplumların bağımlı oldukları ekosistemleri yok etmek, ekolojik bir intihardır.

– Projelerin inşaatı ve işletmesi sırasında uyulması gereken kurallar, yasal düzenlemeler vardır. Bu kuralların, projelerden etkilenecek yerel halkın ve STK’lerin görüşlerine başvurulmadan belirlenmiş olması, telafisi güç maddi manevi sorun ve sıkıntılara, zaman kaybına yol açmaktadır.

– HES projelerinin hayata geçirildiği bölgelerdeki halkın, flora ve faunanın proje nedeniyle ortaya çıkan su mağduriyetleri de net olarak değerlendirilememekte, göz ardı edilmektedir. Kısa bir süre sonra, milyonlarca yılda oluşan bölgedeki doğal yaşam hem yok olacak, hem de yöredeki insanlarımız için ‘paran kadar su’ anlayışı egemen olacaktır.

– Gelişmiş ülkeler, üçüncü dünya ülkeleri ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin aksine, doğayı daha fazla tahrip etmemek, ekolojiyi korumak için alternatif, yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretmeye çalışırken, aynı zamanda çevrenin korunması ve bu bilincin yerleşmesine büyük önem veriyor.

– Kurulan HES’lerle birlikte, bu bölgelerdeki tüm endemik bitki türleri ve yaban hayatı da bu projelerden olumsuz etkilenmeye başlamaktadır.

– Milyarlarca yılda oluşan bölgedeki doğal hayat, dev şirketlerin daha fazla kâr etme hırsı yüzünden kısa zamanda yok edilmektedir.

– Ülkemizin gelişmesi için elbette enerjiye ihtiyaç var ama bu enerji arayışı, yenilenebilir başka enerji kaynakları kullanılmadan, ülkemizin doğal güzelliklerini, korunan coğrafi alanları ve insanlarımızı sıkıntıya sokarak, yasalar çiğnenerek, şahıs, şirket menfaatleri gözetilerek, doğa katledilerek yapılmaktadır.

– Elektrik üretmek için 49 yıllığına ‘HES’leri yaparak, kullanacak olan firmalar, sadece sudan elde edilen enerji kullanım hakkını değil, bulundukları bölgelerdeki madencilik, tarım ve suyun tüm kullanım haklarını da ellerine almak istiyorlar.

– Bu projeler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve sektör temsilcilerinin görüş ve onayı alınarak oluşturulmamaktadır.

– Projeler için yapılan başvuruların birçoğunun hiçbir teknik kurala uymadığı ifade edilen farklı raporlar bulunuyor. Örneğin, Elektrik Mühendisleri Odası’nın hazırladığı rapora göre, HES’ler daha inşaatı bitmeden üretime başlıyor. Balık geçitleri gibi birçok teknik zorunluluksa şekli olarak yapılıyor. HES’lerde birçok yapı, taşkın yatağına yapılmış durumda. Bazı yapıların çevreleri de taşkına neden olabilecek nitelikte. Bu durum hem çevre halkının, hem de santral çalışanlarının can güvenliğini tehdit ediyor.

– Raporda, projelerin yapım aşamasında da ciddi sorunlar yaşandığı ifade ediliyor. Rapora göre inşaat sırasında oluşan hafriyat, gelişigüzel bir şekilde doğaya bırakılıyor. Bu durum bitki örtüsüne büyük zarar veriyor.

– Projelerde çalışan işçilerin önemli bir kısmının taşeron firma elemanı olduğu, güvencesiz ve kuralsız bir şekilde çalıştırıldıkları, kaydedilen rapora göre, projelerde işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınmıyor.

– İşletmede olan HES tesislerinin bazıları, ya hiç can suyu bırakmıyor, ya da bırakmaları gereken değerin altında bırakıyorlar. Can suyu işletmecilerin tasarrufuna hiçbir şekilde bırakılamamalı ve bölge halkının tepkileri dikkate alınmalıdır.

– İmalatta açığa çıkan hafriyatların hiçbir kural gözetilmeden gelişi güzel dökülüyor, bu nedenle bitki örtüsü ve özellikle de ağaçlar büyük oranda zarara görüyor. Ayrıca çevre köylerin ulaşım yollarının güvenliği konusunda hiçbir kurala uyulmuyor.

– Üretim tesisleri için hazırlanan fizibilite raporları, yöre koşulları yeterince incelenmeden hazırlanıyor ve bölgede planlanan üretim tesisleri sayısı, enerji ihtiyacının çok üzerinde.

– Bölgede nakil hatlarının dışında, trafo merkezleri de yetersiz. Genel bölge arazi yapısından dolayı çok fazla trafo merkezi yapılabilecek alan bulunmadığı için ya bölge halkının kullandığı sınırlı miktarda arazi kamulaştırılmakta ya da orman arazileri tahrip edilmektedir.

– Dünyada türbin – jeneratör grubu ve bunların diğer donanımlarının imalatını yapan teknolojiyi elinde bulunduran çok sayıda ülke bulunmasına rağmen, Türkiye’deki yatırımcılar, Çin ve eski Doğu Avrupa ülkelerinin ürünlerini tercih etmektedir. Batı Avrupa, Amerika, Kanada, Brezilya, Japonya ve Hindistan gibi daha üst teknolojiye sahip ülke ürünleri, çok sınırlı derecede kullanılmaktadır.

– Kullanılan ürünlerin kalitesi belirsiz olup, tamamen ucuzluk ve kısa temin süresi nedeniyle tercih edilmiş ürünlerdir. Ürün kalitesi ve uygunluğunu kontrol eden herhangi bir mekanizma kurulmadığı için, bu konudaki tek belirleyici yatırımcıdır. Bu durum nedeniyle Türkiye’nin orta vadede bir HES çöplüğü olmasının kaçınılmaz olduğu bir gerçektir.

– Raporlarda dikkat çeken bir diğer konu ise, HES şirketlerindeki esnek çalışma ve taşeronlaşma. Artan yatırım maliyetlerinin düşürülmesi ya da geri alınabilmesi için farklı koşullarda yatırım ve işletme yapılmakta, bunun sonucu olarak da kalite, iş ve işletme güvenliğini ortadan kaldıran bir anlayışla çalışmaktadırlar. Ayrıca firmalar, gerek yatırım, gerekse işletme sırasında uyulması gereken asgari koşullara uymamakta ve maksimum fayda sağlayıp, yatırımın bir an önce geri dönüşünü sağlamaya çalışmaktadır. Bu alan da denetimsiz olup gerekli kurallar dahi henüz konulmamıştır.

– 1215 santralin tamamı, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu sonrasında özel sektör tarafından geliştirilmiş olup, bunların kurulu güçlerinin toplamı 5300 megavat olacaktır. Bu tesisler havadan konar gibi gelmiştir. Yeni yayımlanan lisanssız elektrik üretimine ilişkin yönetmelikle birlikte, en az 10 bin HES daha planlanacak ve hiçbiri üretime katkı veremeyecektir.

– Planlanan HES’lerin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının karşılanmasında yüzde 5’lik bile pay sahibi olamayacak küçük küçük bir sürü projedir. Yöre halkının isteği ya da isteği olmamasının ötesinde enerji arz – talep dengesi açısından da sorgulanması gerekmektedir.

– Tasarruf tedbirleri ve enerji nakil hatlarındaki kayıpların azaltılmasıyla birlikte yüzde 20 kadar enerji tasarrufu yapılabileceği halde bunlar yapılmayıp, ısrarla HES yapılması istenmektedir.

– İster santral yapılsın, ister yapılmasın, bu suyun kullanım hakkının satışıyla, su köylüye satılacaktır.

– Projeler yapılırken, çevresindeki köylerin ulaşım yolları dikkate alınmamaktadır.

– Aynı bölgelerde yoğunlaşan projeler, üretilen enerjinin naklini de bir sorun haline getiriyor. Bölgede santrallerin, enerji nakil hatlarının ve trafo merkezlerinin bağlantı sorunları bulunuyor, trafolar yetersiz kalıyor. Toplumsal sorumluluk ve planlamadan uzak, şirketlerin kârlılığı temelinde geliştirilen projeler, doğal ve tarihi güzellikler, insan yaşamı ve kültürel yapı için olumsuz etkiler yaratıyor.

– Ülke enerji ihtiyacının yüzde 5’ini bile karşılayamayacak olan HES’lerin yapımıyla, akarsular ve bunların doğal ortamlarından kaynaklana güzelliklerin neredeyse yüzde 100’ü yitirilmektedir. Üstelik kısa bir süre sonra tüm ülkenin HES çöplüğüne döneceği pahasına…

– Akarsular kuruduğu zaman, arıcılık, tarım ve hayvancılık gibi yaşamsal kaynaklardan yöre halkı yoksun kalacaktır.

– Santrallerin yapılmasından sonra yörede yaşanan susuzlukla birlikte halk, kısa bir süre içerisinde, yüzyıllardır yaşadığı bölgesinden göçmeye başlamış ve yörede hızla madencilik çalışmaları başlamıştır. Önümüzdeki dönemde bu manzara, tüm ülkemizde önümüze çıkmaya başlayacaktır.

– Doğal varlıkları korumak hem devletin hem de vatandaşların görevidir. Üstelik bu görev Anayasamızın 56. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Ancak devlet bir anlamda anayasal suç işleyerek bu görevini yapmamakta ve taraf olmaktadır.

– Turizm Bakanı Günay’ın; ‘HES’ler Karadeniz’i tahrip ediyor’ açıklamasına; EPDK Başkanı Hasan Köktaş; HES’lerin çevreye tahribatının olabileceğini ifade ederken, bu yatırımlar sayesinde bölge halkına istihdam ve gelir yaratılacağına dikkat çekmekte. Diğer tarafta da sivil toplum örgütleri, bilim insanları, halk, hatta zaman zaman Tarkan gibi doğaya duyarlı sanatçılarımız da konserlerinde ‘HES’lere Hayır’ çağrılarında bulunmaktalar. Neredeyse her gün ülkenin farklı bir köşesinden – daha çok da Doğu Karadeniz’den – HES’lere karşı çevre eylemi haberlerini gazete ve televizyonlar tek taraflı yayımlamakta.

– TEMA, konuya ilişkin raporunda: ‘İnşaat çalışmalarında da işletmeye geçmesiyle de büyük istihdam yaratılacağı söylenen HES projelerinde; arazinin açılması ve inşaat aşamasında 50 – 60 kişi çalışmaktadır. İşletme aşamasında da 8 – 10 kişi. Kaldı ki inşaat ve işletme aşamasında çalışmak için teknik ve kalifiye personel gerekmektedir. Bu personel de daha önce benzer projelerde çalışmış olan ve çoğunlukla dışarıdan gelecek kişilerdir’ diyor. Yani, yöre halkına istihdam yaratacağı savı, doğru değildir.

– Yüzyılın ortalarında, Londra’da kesilen bir ağaç için ayağa kalkan Londra halkının tepkisi üzerine, İngiliz Hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştı. Elbette İngiliz kamu yöneticileri, halkı temsil ettiklerini, kendilerinin vekil, halkın ise asıl olduğunu biliyordu. Bunu bilen başkaları da vardı ve bu da Londra ve İngiliz halkıydı…

Ülkemizde ise bu durum görmezlikten gelinmekte, kamu gücünü elinde tutanlar, kamu otoritesini ve bunun unsurlarını kullanarak, halkın sahip olduğu yurt güzelliklerini, halkın elinden almaktadır. Bu, demokrasinin ve vekâlet sisteminin özüne, bilincine aykırıdır.

Sonuç olarak;

BU ÜLKENİN DOĞAL GÜZELLİKLERİNİN, COĞRAFİ KORUMA ALANLARININ SAHİBİ TİCAR ŞİRKETLER DEĞİL, BU ÜLKENİN HALKINI TEMSİL EDEN 74 MİLYON YURTTAŞTIR.

BU YURT GÜZELLİKLERİNİN, HİÇBİR TİCARİ AMAÇ İÇİN (YA DA BAŞKA NEDENLERLE), HALKI TEMSİL ETMEK ADINA VE SEÇİLDİKLERİ BELLİ BİR DÖNEM İÇİN YASAMA VE YÜRÜTME ERKİNİ ELLERİNDE TUTANLAR TARAFINDAN TAHRİP EDİLMESİNE, YOK EDİLMESİNE İZİN VERİLEMEZ.

DEMOKRASİ VE YURTTAŞLIK BİLİNCİNE SAHİP ULUSLAR, GEÇİCİ BİR SÜRE İÇİN BİRİLERİNE VERDİKLERİ TEMSİLCİLİK KURUMUNUN, KENDİLERİ, ÜLKELERİ YA DA GENEL ÇIKARLAR ALEYHİNE KULLANILMASINA İZİN VERMEZLER VE BU TÜR ÇALIŞMALARI DESTEKLEMEZLER.

Fotoğraf: İsmail Şahinbaş