“GÜNEŞİ GÖRDÜM”

Güneşi görmek, mutlulukla eş değer olsa gerek. Deyimlerimiz var ya; “Gün görmek, ya da gün görmemek” bunlar “Mutlu yaşadım” ya da “Mutlu yaşayamadım” anlamında değil mi?

Bir de “Güneş terapisi” var. Fazlaca güneş görenler, fazla sıkıntıya katlanabiliyor, kolay pes etmiyor. Örneğin; Afrika, Türkiye. Dert ülkesi olduğu halde, hâlâ insanlar ayakta ve dirençli. Ama Avrupa ülkeleri, güneşi çok az görebildiği için insanlar anti deprasan ilaçları ile ayakta kalabiliyor. Bizim sırrımız sanırım güneş. Bize bedavadan terapi uygulayarak, bizi her gün yeniden üretiyor. Umarım bir gün birileri çıkıp da “Güneş vergisi” istemez. Çünkü yalnızca güneşimiz kaldı, varsıl – yoksul demeden eşit paylaştığımız.

Kardelen (Berfin), güneşe âşıkmış. Karın altından başını çıkarması, yaşaması, hep güneşi görebilmek içinmiş. Ama güneşi görünce de ölürmüş. Yine de ölümü pahasına onu görmek için yaşarmış.

Geçen gün “Güneşi Gördüm” filmine gittim. Mahsun Kırmızıgül’ün yazdığı, yönettiği, oynadığı bir film. Aslında Mahsun Kırmızıgül için ön yargılarım vardı. Önceki filminde de şaşırtmıştı beni. Doğrusu ondan bu denli içerikli bir eser beklemiyordum. Arabesk söylediği ve arabesk konuştuğu için, kendisinin de arabesk olduğuna karar vermiştim. Her zaman olduğu gibi yine ön yargım beni yanılttı. Bundan sonra ön yargı taşımamaya çalışmak için kendime söz verdim. Umarım başarırım.

Film, ülkemizin bütün sorularına azar azar değinmiş. Bu değinmeler çorba olmamış, birbiriyle kaynaşmış. İzleyen herkes kendinden bir şeyler bulacak. Ülkemizde kardeşçe yaşarken, neler oldu da birbirimize düşüverdik? Kendi toprağımızdan neden sürüldük? Kente göçen köylülerin uyum sorunları. Gurbet ellerde çekilen sıla hasreti. Acılarını bile rahatça yaşamasına izin verilmeyen insanların içine akıttığı gözyaşları. Dağda ve kışlada karşı karşıya gelmek zorunda bırakılan kardeşler. Kendini doğurma makinesi sanan kadınlar. Kız doğunca kadını suçlayan babalar. Cinsel tercihi yüzünden ölüme yollanan insanlar. Savaştan, kandan beslenenler. Sosyal devlet olamayışımız. Halkımızı muhtaç etmemiz. Ve bunların tümünün bizim insanlarımız, bizim sorunlarımız olduğunu anlayamayışımız.

Bazı mesajları öyle vurucuydu ki, insanın ta yüreğine çakılıyordu. Örneğin baba; “Bunlar, sahipsiz halkın ölü çocukları” diyordu. “Silahın sözden büyük olduğu bu yere bir daha gelinmez” diye ekliyordu. Oğluna öğüt verirken “Ölümden çare olmaz” dedi. Oğlu dağda “Ölü ele geçirildiğinde” bir babanın oğlunun ölüsünü görünce duyduğu acıdan daha çok, korkuyu duyumsayarak, ağlayamaması, ona yardımcı olmak isteyen komutanın, asker Ahmet’in cenazesini göstererek, rahatça ağlamasını sağlaması, her insanı düşünmeye sevk edeceğini düşündüm.

Filmi izlerken, nedense hep Yılmaz Güney’i anımsadım. Filmin toplumsal sorunları içermesi, düşünmeye sevk etmesi, “Mahzun, Yılmaz Güney’i mi örnek alıyor?” diye düşündürttü beni. Bu da çok hoşuma gitti. İyi ki bol para kazanacağı piyasa filmlerini değil de, belki de eleştiri oklarını göze alarak çıktığı bu yol çok daha aydınlık diye onurlandım doğrusu.

“Güneşi Gördüm” filmini izlemek için geç kalmayın derim. Sözlerin silahların önüne geçmesini sağlamak zorundayız. Her zaman güneşi görme umuduyla.