Gezmek ve Keşfetmek

Gezmek kendini beraberinde götürmekten vazgeçtiğinde, gittiğin yerin suyu, havası ve toprağı olmaya karar verdiğinde bilindik bir anlamdan çıkar ve başka bir seyre dalar.

Bazen konuşmanızın orda ki insanlara benzediğini fark edersiniz, bazen de onlar gibi giyindiğinizi. Yemeği çatalla değil el ile yediğinizi fark ettiğinizde, artık girdiğiniz yerin sadece doğasını, mirasını, güzelliğini değil kalbini de hissetmeye başlarsınız.

İnsan bazen gittiği yerin bir parçası sayar kendini. Belki her şeyiyle yabancı olan bir yer birazdan bütün konukseverliğiyle onu içine alacaktır.

İşte Mardin de tam olarak böyle bir yerdir. Farklı aidiyet ve farklı inançlara sahip bir sürü insanın bir yerde yaşadığı ve yaşarken keyif aldığı bir yerdir Mardin.
 

Mezopotamya’nın mükemmel doğasında uzun upuzun sahra denizi andırarak gece ışıklarıyla sizi büyüler.

Tam tepede meşhur Mardin gerdanlığı vardır tüm güzelliği ile. Bir kadın zarafeti ile size boynunu sunar. Edası ve nazı ile karşınızda durur ışıkları ile büyüleyerek sizi.

Her yanında farklı bir mistik öğeyle sizi içine alan enerji bir anda; bundan yüzyıllar önce yaşayan din adamlarına, İpek Yolu’ndaki kervan saraylara ve içindeki bütün o güzelliği barındıran tarihe sürükler sizi.

Her an bir köşede şark sofrası bulursunuz, üzerine uzandığınızda elinize yayık ayranı verilmiş ise eğer içinizi serinleten o nefis tat öğlen sıcağında bütün yorgunluğunuzu alır ve karşınızda duran insana en yakın akrabanız gibi gülümsemenizi sağlar.

Mardin’e gidip kültürünü öğrenmeden geçmek yapılabilecek en büyük haksızlıktır.

Yemekleri, telkaricileri, kök boyamada ustalıklarını, bakırcıları, şarapları ve en önemlisi sıcak sohbetleri birden bire size yeni bir dünya yaratır.

İşte bu yüzdendir ki ben sırtıma sırt çantamı alıp gittiğim yerdeki insanlarla kaynaşmaya başladığımdan beri; doğayı, tabiatı, taşların ruhunu ve insanları keşfetmenin tadını, sırt çantama sığdırdığım hiçbir düşe değişmem.

Yazı ve fotoğraflar: Sarin Saime