Gezi Parkı Sebep Değil, Sonuçtur

greenpeace

Gezi Parkı ile ilgili olarak çevreci sivil toplum kuruluşu Greenpeace, İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu Pınar Aksoğan kaleminden bir açıklama yayımladı. El değmeden yayımlıyoruz.

“Her şey yaşam alanları üzerindeki baskıya, derelerin kurutulmasına, ormanların kesilmesine karşı iş makinelerinin önüne yatanların hikâyesi ile başladı. Son 10 yıldır kentsel dönüşüm başlığı altında yapılan uygulamaların çevre ve insanlar üzerinde kurduğu baskı, son iki ay içerisinde çıkarılan bir dizi kanun ve yönetmelikle şiddetini iyice artırdı.

HES’lere, kömürlü termiklere karşı iş makinelerinin önüne insanlar yatarken; ne medyada ses, ne de toplumsal bir hareket vardı. Bergama, Hopa, Munzur, Gerze, Amasra’da atıldı bu direnişin tohumları. Onlar da kendilerini her ifade etmek istediklerinde polis ve jandarmayı karşılarında buldular.

Son 10 yılda, Türkiye’de çevresel ve insani değerleri ekonomik politikalar karşısında korumak için yaratılan yasalar, kontrolsüz ve denetimsiz projeleri desteklemek için değiştirilerek çevre ve insan faktörleri savunmasız bırakılmaya başlandı. Projelerin yol açabileceği olumsuz sosyal ve çevresel etkileri tespit edip tedbir almak için gerekli Çevre Etki Değerlendirme raporları, yatırımcıyı destekleyen politikalarla değerlendirilmeye başlandı. 2B olarak adlandırılan ‘orman vasfını kaybetmiş’ alanların imara açılmasını destekleyen yasa ile ormanlar kesilerek yerine inşaat projeleri yapılmaya başlandı.

Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen orman yasası ile ‘orman olarak korunmasında yarar görülmeyen’ ifadesi kullanılmaya başlandı. Oysa orman gibi son derece karmaşık ekosistemler, korunmasında yarar görülmeyen kavramlarla asla yan yana gelmemeli. 2B ile başlayan sürecin iyice kontrolsüz bir biçimde kentsel dönüşüm başlığı altında keyfe göre imara açılması ekolojik tehdidi daha da artırdı. Bunların yanı sıra bir de çevre mücadelesinde edinilen tüm kazanımları sona erdirecek Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı meclise taşındı. Her ne kadar adı, ‘tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma’ olsa da bu tasarı doğamızın sınırsızca kullanımının önünü açıyor. Ülkemizin doğal alanlarını geri döndürülemez bir yıkıma sürükleyecek düzenlemeler içeriyor.

Çevre hareketi Türkiye’nin dört bir yanında

Bundan 20 yıl önce başlayan altın madenine karşı hareket de, çevre mücadelesi olmanın yanı sıra aynı zamanda bir demokrasi ve kendi yaşamlarını doğrudan ilgilendiren meselelerde söz sahibi olma mücadelesi haline gelmişti. Bergama sadece bir örnek, Karadeniz’de HES’lerle, kömürlü termiklerle mücadele eden insanlar da, yaşam haklarını savundukları için yıllardır şiddete maruz kalıyor. Bundan 2 sene önce, Karadeniz’de termik santral istemeyen insanlar 12 saat boyunca kadınından gencine, gaz bombası, biber gazı ve suya maruz kaldılar ve direndiler. Şimdi onlar da Gezi Parkı ve ifade özgürlüğü için direnen Taksim’e ve tüm Türkiye’ye en yürekten selamlarını gönderiyorlar Bugün ise her açıdan yaşama alanlarını savunmak için Türkiye’nin dört bir yanında insanlar yine barışçıl bir biçimde protesto özgürlüklerini kullanmak için mücadele ediyorlar. Bugün yaşananlar, son 10 yılda seslerini duyuramayanların haklarını arama mücadelesidir. Doğa ve hak kavramlarının bir araya gelmesi ile oluşan bu meşru mücadele, yıllardır süren yaşam hakkı özleminden ileri gelmektedir.

Yaşam hakkı siyaset üstü bir konudur

İstanbul’un göbeğinde kalan tek yeşil alanı korumak için başlayan barışçıl oluşum, yine en temel haklardan olan ifade özgürlüğünün polis tarafından engellenmesiyle yanıt buldu. Son 10 yıldır kontrolsüzce, halka rağmen halkın taleplerini ve isteklerini hiçe sayarak dayatılan projeler, yasalar ve uygulamalar, Anayasa’nın 56. Maddesine dayanarak protesto edilmek istendi. Bu madde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu ve çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğunu söyler. Tam da bu sebeple insanlar 27 Mayıs’ta Gezi Parkı’nda toplanarak Taksim’de sahip olduğumuz son yeşil alanın korunması için barışçıl bir protesto başlattılar. Yüzlerden binlere, binlerden 10 binlere, 10 binlerden 100 binlere ve milyonlara ulaşan hak mücadelesi, ortak toplumsal vicdan olan doğaya verilen değerden meşruiyetini kazanmıştır.

Yaşam hakkı siyaset üstü bir konudur; ancak yaşam alanlarını korumak siyasetçilerin alacağı kararlara bağlıdır. Bugün talep edilen, karar vericilerin halkın taleplerini dinleyerek vicdanlı, sağduyulu ve mantıklı kararlar almalarıdır. Bugün çevre ve hak arama mücadelesine toplumsal bir destek oluştu. Bu destek herhangi bir ideolojik dayatma olmaksızın haklarını arayan genç insanlardan oluştu. Karar alıcılar geniş bir toplumsal destek ve meşruiyetle istenen bu değişimi ve kaygıları dikkate almalıdır.”

Pınar Aksoğan
Greenpeace İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu