Geçmiş Zamana Yapılan Bir Yolculuk

Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir gezi bana bir şeyler hatırlattı. Dereleri özgür, ağaçları yeşil, denizi hoyrat kılan doğaya baktıkça ve mıhlamayı, kuymağı, kara lastiği, tulumu, kemençeyi miras bırakanları düşündükçe, onlara karşı borçlu olduğumuzu bir kez daha anladım.

Belgesel kanalı İztv’de Sırt Çantam isimli programı hazırlayıp sunan ve gezi kültür dergisi Sırtçantam’ın yayın yönetmenliğini yürüten İsmail Şahinbaş’ın memleketi Rize Pazar’da hazırladığı bir programın çekimlerine konuk oldum. Programın içeriği İsmail Şahinbaş’ın Karadeniz coğrafyasında geçirdiği çocukluktan hatırladığı oyunları, lezzetleri, gündelik hayatı kendi çocuğu Deniz ve yeğeni Berkan’a anlatmasıydı. Bir diğer deyişle bugünün çocuklarıyla dünün çocukluk hallerinin buluşması…

İsmail Şahinbaş, Rize Pazar’ın Yücehisar, eski adıyla Lamğo Köyü’nden. Dolayısıyla çekimler de Lamğo ve çevresinde yapıldı. Çekimler sabahın erken saatlerinde köy evinde hazırlanan kahvaltı ile çekimlerde başladı. Evin sahibi, İsmail Şahinbaş’ın anne babası Baki ve Nejla Şahinbaş’ın mıhlaması, kendi bahçelerinden topladıkları domatesi, salatalığı, kendi yaptıkları peynirleri, balı ve Karadeniz’in çayı ile donattıkları kahvaltı hem muhteşemdi, hem de yörenin doğal lezzetlerinin gösterilmesi açısından önemliydi.

Kahvaltı yaparken yeşili ve rüzgârın savurduğu yaprakları seyre dalmanın yanında, büyüklerin anlattığı anıları, eski yaşananları dinledikçe, hoş sohbete ortak olunca Karadenizli olduğum ve bu kültürün içinden geldiğim için bir kez daha mutlu oldum.

Kahvaltı sonrası hemen yola koyulduk. İlk durağımız çevre köylerden de görülebilen Ciğa Kalesi’ydi. Zaman içinde ilgisizliğe yenik düşen kaleye dair müjde çekimler sırasında verildi. Pazar Kaymakamı Sayın Ümit Hüseyin Güney’in verdiği bilgilere göre tarihi kalenin eski görkemli günlerine dönmesine az kalmış. Bir süre sonra bakıma alınacak kalenin ilerde turizme açılacağını da duyunca her birimizin heyecanı arttı. Kalenin sahip olduğu enfes manzarayı herkes görmeli diye düşündük.

Kaleden sonra rota hemen en yakın karayemiş ağacına çevrildi. Karadeniz doğasının bu eşsiz meyvesini Deniz ve Berkan ilk kez tadıyordu. Bizse belki bininci defa tatmamıza rağmen dalından kopardığımız karayemişleri büyük bir iştahla yiyorduk. Dişlerimizin hafiften siyaha dönmesi ise hepimizi güldürmüştü… Ama aynı zamanda gülüşmelere karışmış bir hüzün vardı karayemiş yerken… Çocukluktan kalma bu tat ile anılar canlandırıyordu bir bir, dalıp eski günlere gitmemize neden olmuştu; kimimiz çay toplayan annesini, derede balık tutan babasını hatırlıyordu, kimi iki uzaktan baktığı gençlik aşkını düşünüyordu. Doğrusu o an gülmekle ağlamak arasında gidip gelmekten kendimi alamadım.

Karayemiş ağacının yanında bizi bir de sürpriz bekliyordu. Tulum sanatçısı Şenol Ferah, Lamğo Köyü’nün muhtarı Erkan Yüksel’in davetiyle bize yöre ezgilerinden örnekler sundu. Tulumdan gelen sesi duyunca Kazım Koyuncu’yu yâd etmeden gitmek olmazdı elbette. Biz de öyle yaptık.

Daha sonra az zaman, çok iş diyerek yine yola çıktık. Sırada İsmail Şahinbaş’ın çocukluğundan hatırladığı ‘kaçacel’ denilen sepetle balık tutma yöntemini göstermesi vardı. Deniz ve Berkan için hayli ilginç olan bu deneyim açık söylemek gerekirse benim için de ilkti.

Günümüzde, Karadeniz’de yaşanan HES kriziyle derelerimizi yok eden görüntü yoktu burada. Halk derelerine sahip çıkmış, HES’lere teslim etmemişti. Ve dereler özgürce akıyordu… Bu manzara karşısında keşke bütün dereler bu kadar şanslı olsa diye düşünmemek elde değil.

Bir gün önce sel olmuştu ama deredeki hırçınlık azalmıştı… Sakin akan dere ve kaçacel… Baki Amca gösteriyor, İsmail Şahinbaş anlatıyor “Bakın uşaklar, bana bunu babam gösterdi, ben de size göstereceğim. İçine doğru bükülen ağız kısmına mısır ekmeği koyuyoruz yem olarak, ardından sepetin içini taşla dolduruyoruz ki dibe batsın. Sonra balık bu yemleri görünce sepetin içine hareket ediyor ve dışarı çıkamıyor…” Bu sırada bir kulağımız ondayken, diğer kulağımız derenin rüzgârın sesini dinleyip, doğanın büyüsüne kapılıyordu. Kaçacelin kurulması ise tamamlanmıştı, balığın gelip gelmeyeceğini saatler sonra görebilecektik.

Yolda giderken yine durduk; İsmail Şahinbaş, Deniz ve Berkan’a kızılağaç yaprağından şapka yapılışını öğretti. Çocukların şaşkın bakışları görülmeye değerdi gerçekten.

Yolculuğumuza Uğrak Köyü’ndeki bir kafeye doğru devam ettik… Adını köyün adından alan Uğrak Kafe’nin menüsünde mıhlama, mısır ekmeği, lahana, kuymak, fasulye turşusu, köy kahvaltısı yer alıyor. Karadeniz’in tüm yemek çeşitleri buradaydı sanki… Ama İsmail Şahinbaş orada olmayan bir yemeği, mutfağa girerek yapmak istediğini söyleyince kimse merakını gizleyemedi… Dikenin uçlarındaki taze kısmını kesip toplamakla işe başlandı… Toplanan otlar acılığının gitmesi için bir süre suda kaynatıldı. Ardında tavada tereyağı ve soğanla kavrulduktan sonra sofraya geldi. Böylece ‘gunzomol’ yemeğini tatmış olduk.

Bu sırada dışarıda hafif yağmur başlamıştı ve sis dağlara yerleşmişti… Neşeli bir günün sonunda herkeste ortak bir düşünce vardı: ‘Yorulduk ama çok güzeldi…’ Bu arada geceyi es geçmek istemem, Lamğo Köyü’nde tavla turnuvası yapıldı. Belgesel yönetmeni Oğuz Namlı, İztv yapımcısı İsmail Şahinbaş ve Pazar esnafından Şeref Demircioğlu’nun katıldığı turnuvada şampiyon turnuvayı yenilgisiz tamamlayan Şeref Demircioğlu oldu.

Karadeniz’in büyüleyici coğrafyasında ikinci güne uyandık

İkinci günün ilk işi ise bir gün önce derede bırakılan kaçaceli gidip almak oldu. Balık vardır umudu hep vardı, ama sepetin etrafında yem olarak konulan mısır ekmeklerini göremeyince bu duygumuz daha da pekişmişti. Oysa ne balığın kendisi vardı, ne de bıraktığı bir iz.

Neyse ki etrafta hala böğürtlen vardı. Tarihi bir köprüden geçiyor bir yandan da böğürtlen yiyorduk… Umduğumuzu değil ama bulduğumuzu yiyebilmiştik. İki günlük yolculuğumuzun son durağı ise Fırtına Vadisi’nde bulunan Taka Kır Lokantası oldu.

Deniz ve Berkan çocukluklarını belki burada geçiremeyeceklerdi ama bu geziyle akıllarında kalacak çok anıları oldu… Kim bilir belki bir gün onlarda kendi çocuklarına anlatır; Karadeniz’de çocuk olmanın ne demek olduğunu.

Bu yolculuğa beni de davet eden fotoğrafçı abim İsmail Şahinbaş’a, yapımcı Selda Kaya Kapancık’a teşekkürlerimi sunuyorum… Emeği geçenlere sonsuz teşekkür ediyorum…

Yazı: Selahattin Kondak, fotoğraflar: Deniz Önen Şahinbaş