Gece Çığlıkları

Halk her anlamda yoksullaştıkça, değerler alt üst oluyor. İnsanlar iş bulamayınca, hazırı tüketiyor. Hazır bitince para edeni satıyor. Ne para ederse!

Benim oturduğum apartmanda sabaha karşı bir çığlıktır gidiyor. Ben geç yattığım için duymuyordum. Dün gece erken yatınca, sabaha karşı saat dörtte çığlıkla uyandım. Dayanılmaz bir çığlıktı. Ev eşyalarının kırılan sesleri de duyuluyordu. Yataktan fırladığım gibi çığlığın geldiği üst kata çıktım, ısrarla zile bastım. Açmadılar, ama çığlık sürdü. Eve döndüm, polisi aradım. Polis beş dakikada geldi. Onlara kapıyı gösterdim. Şiddeti uygulayan erkek kaçmıştı. Polis, ısrarla zile bastı, ama kapı açılmadı. Çilingir çağırdı, açılınca, kadının kanlar içinde, iki bileğinin kesik olduğunu gördük. Polis, ambulansla hastaneye götürdü.

Bu gürültüye her gün aldırmayan komşularım bir zahmet kapıya çıkıp “Şu kadın balkondan kendini atsa da kurtulsak” diyerek sıcak yataklarına döndüler. İşte değerlerimizin tepe taklak oluşunun fotoğrafı. Meğer her gün bu çığlıkları duyar, ama aldırmazlarmış. Kadın her gece sabaha karşı o erkekle eve gelir ve çığlık çığlığa şiddet görürmüş.

Ertesi gün, ben merak içinde kadının nasıl olduğunu soracak yer ararken, kadın, iki kolu da sargılı olduğu halde, geceye hazırlanmak için kuaföre gidiyordu. İlk kez yüzünü görmüştüm, bana yavaşça “Merhaba “ dedi. İncecik, gencecik, bir dünya güzeliydi. Sanırım yaşı henüz yirmili yıllardaydı. İçimden çıkan ateş, dışımı da yangına çevirdi. O korkusundan şikâyet edemiyor, biz eli kolu bağlı duruyorduk. İşte en zor olan da buydu. Mahalle polisini bir kez daha aradım, evine gidip yasal haklarını anlatıp yüreklendireceği sözünü verdi bana.

Bununla kalmadım. Denize doğru arkadaşım Vicdan ile yürüyüşe çıktık. Bir erkek bir kadını arabasına sokmak için itip kakıyordu. Hemen karşısına dikildik, adam üstümüze yürüdü. “O benim karım, gidin işinize.”

Öyle ya o onun karısıydı. İster döver, isterse severdi. Tapusu ondaydı. Ekonomik sorunların bahanesi kadına uygulanan her türlü şiddetin artmasını sağladı. İşler içinden çıkılmaz hale gelmek üzere. Her şeyi babalar gibi satmaya başlamadan, uyanmak gerek.

Cemreler ard arda düşerken, ağaçlar tomurcuğunu patlatırken, kuşlar aşk şarkıları söylerken, ben böylesi acı şeyleri yazmak zorunda kaldım. Oysa bugün genç âşıkların sevgilisine papatyalardan ördüğü tacı, yazdığı acemice şiiri anlatmak isterdim. Orman diz boyu çiçektir şimdi. Çayırların üstünde renk renk çiçekler yarıştadır. Sabahları kuş sesi yerine komşumun çığlığı ile uyanmak, ülkemin durumunun yansıması mı? Yoksa tepe taklak olan değerlerin gümbürtüsü mü?