GDO Lobisine Yem Yapılıyoruz

Geçtiğimiz aylarda 13 adet GDO’lu mısırın ithalat izninin çıkması üzerine GDO tartışmaları alevlendi. Birgün Gazetesi’nde yayınlanan roportajda GDO’ya Hayır Platformu’ndan Olcay Bingöl, GDO hakkında merak edilenleri yanıtladı:

Biyogüvenlik Kurulu tarafından bilimsel komitelere hazırlattırılan Sosyo – Ekonomik Değerlendirme Raporlarında GDO’ların sindirim sisteminde sindirilemediği ve hücrelere kadar taşınabildiği, marketlerden alınan süt örneklerinde GDO’lu yemlere ait DNA’ya rastlanıldığı, pastörizasyon işleminin dahi bu DNA’yı yok edemediği açık bir şekilde belirtiliyor. Siz GDO içerdiğini bildiğiniz bir sütü içer misiniz? Çocuğunuza içirir misiniz?

GDO’lu yem ithalat başvurusunun yem sanayicileri, hayvan yetiştiricileri ve yumurta üreticilerini temsil eden derneklerin iktisadi işletmeleri tarafından yapılmış olması, GDO’lu yemleri kullanacak şirketleri halkın gözünden gizlemekte, tüketicinin tercih ve izleme olanağını elinden alır.

GDO’ya ithal onayı bizi nasıl etkileyecek?

‘Etkileme’ söz konusu olduğunda sadece sağlık açısından bakmamak gerekiyor. Zira ana sorularımızdan biri, ‘yem ürünlerini neden ithal ediyoruz?’ olmalı. Hayvanların yemini ülkemizden sağlayacak politikaları neden uygulayamıyoruz? Meralarımızı neden ıslah etmiyoruz? Özgür mera hayvancılığını uygulamayı neden başaramıyoruz?’ Hayvan yetiştiriciliğiyle bitkisel üretimin birlikteliğini sağlayacak politikaları tarımsal üretimimizin kendine yeter, insan ve hayvan sağlığını korur şekilde yapılmasından sorumlu Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı neden uygulamıyor?

Biyoçeşitlilik yok oluyor

90’ların sonunda 6 ülkede 1,7 milyon hektar olan ekim alanı, günümüzde 29 ülkede 148 milyon hektara genişledi. GDO’lu ürünlerin ekim alanlarının yüzde 84’ü ABD, Kanada, Brezilya ve Arjantin’de. Bunlara Paraguay, Güney Afrika, Pakistan, Hindistan ve Çin de dahil. Bu ülkelerdeki tarımsal biyoçeşitliliğe baktığımızda ise ciddi oranda bir azalma, hatta yok olmaya varan kayıplarla karşılaşıyoruz. Çiftçilerin bağımsızlığını, tohumun egemenliğini kaybetmesi de cabası.

GDO meselesinin Türkiye ayağı nasıl gelişti?

GDO’lu ürünler Türkiye’de ilk olarak 1998’de gündeme geldi. Türkiye, o dönemde soya ve mısır ithalatını, bu ürünleri GDO’lu tohumla yetiştiren Kanada, Meksika ve Arjantin’den yapıyordu. 2003’te Arjantin’den Türkiye’ye soya taşıyan bir gemi, Brezilya açıklarında Greenpeace tarafından durdurulmuş, gemideki ürünler analiz edilmiş ve hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde ürünler GDO’lu çıkmıştı.

Bu olaydan altı yıl sonra, 26 Ekim 2009’da ilk GDO yönetmeliği yürürlüğe girdi. Ama ülkenin bir Biyogüvenlik Yasası olmadan! O dönemde, GDO yönetmeliğiyle beraber Türkiye’ye artık bir gram dahi GDO’lu ürün girmeyeceği ısrarla vurgulandı. Ama ilerleyen süreçte ne yazık ki tam tersi gerçekleşti! Ülkemize bir gram GDO girmemesi için çıkarıldığı söylenen mevzuat çerçevesinde toplam 32 GDO’lu genin girişine izin verildi.

GDO’ya karşı hareket Türkiye’de nasıl yürüyor?

GDO’ya Hayır Platformu, 2004’ten bu güne seksenden fazla kurumsal üyesiyle çevre, ekoloji, biyoçeşitlilik, insan ve hayvan sağlığını koruma mücadelesini sürdürüyor. Platform bu alanda bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmasını önemli bir mücadele olarak görüyor.

Platformun bileşenlerinden Çiftçi-Sen, çiftçi hakları, tarımsal üretim sistemleri, tarımda kendine yeterlilik alanında katkı verirken, Greenpeace üretici ve tüketici açısından konuyu irdeleyerek, ses getiren kampanyalarla halkın sesini Bakanlığa duyurmaya çalışıyor. Ziraat Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası, tüketici örgütleri yıllardır süren mücadelenin önemli seslerinden. Platform içinde yer alan bileşenler, bilimsel komiteler, hukuk komiteleri ve birçok çalışma grubu aracılığıyla konuyu derinlemesine ve çok yönlü olarak inceliyor, takip ediyor ve bilgilendirme çalışmalarını sürdürüyor.