Fukuşima Nükleer Felaketi’nin İkinci Yılı

Fukuşima Nükleer Felaketi’nin üzerinden iki yıl geçti. Bu önemli günde, nükleerle ilgili karanlık noktaları aydınlatacak soru ve cevapları ana başlıklar altında topladık, tek tek cevapladık.

Fukuşima Nükleer Felaketi’nin ikinci yılı diyorsunuz. Peki, neler yaşandı bu Fukuşima’da?

Adım adım anlatırsak:

–  9,0 şiddetinde bir deprem 11 Mart 2011’de Japon sahillerini vurdu, hemen ardından gelen tsunami, 1986 Çernobil nükleer felaketinden beri meydana gelen en büyük nükleer felaketi tetikledi. Deprem ve tsunami Fukuşima Daiiçi Nükleer Enerji Santrali’nde elektriklerin kesilmesine neden oldu ve soğutma sistemlerinin çalışmasını engelledi.

–  Reaktörlerin çalışması durdurulmuş olmasına rağmen 1, 2 ve 3 numaralı reaktörlerde kullanılan yakıtın ısınması ve erimesi sadece bir kaç saat sürdü.

–  Parlayan yakıt, hidrojen gazı patlamasına ve dört reaktör binasının hasar görmesine neden oldu (1, 2, 3, 4 numaralı üniteler). Hem reaktörlerden hem de kullanılmış yakıt havuzlarında biriken atıklardan yüksek miktarda radyasyon sızıntısı oldu. 7 olarak belirlenen kazanın tehlike ve yıkıcılık değerlendirilmesi bilinen en yüksek değerdeydi.

Sonuçta Fukuşima sonrası ne oldu?

– Fukuşima’daki üniteleri, GE, Hitachi ve Toshiba yapmıştı. Bu firmalar tek kuruş bile tazminat ödemedi, fatura yerel halka kesildi.

– Yayılan radyasyonun sadece % 20’si karayı etkilemiş olmasına rağmen kirlenen yerlerin temizlenmesi önümüzdeki yıllarda mümkün olamayacak.

– Fukuşima nükleer felaketi neticesinde 160 bin kişi evlerinden ve köylerinden tahliye edildi. Bu insanların zararları henüz uygun şekilde tazmin edilmedi ve sorunları çözülmedi.

Şimdi bölgede neler oluyor?

Tehlike bitmedi. Fukuşima’daki dört reaktör dengeli bir konumda değil ve oradan sızmakta olan radyoaktivite, okyanus ve toprağı kirletiyor. Radyasyon seviyeleri işçilerin reaktöre girmesini imkânsız hale getirecek derecede yüksek. İşçiler reaktörlere nitrojen sıkıp olası hidrojen patlamalarını engellemeye devam ediyor.

Hali hazırda, reaktörde 100 bin tondan fazla kirletilmiş su depolanıyor – bu su, reaktörleri soğutmak için kullanılıyor – yüksek miktarda radyasyon kirliği olan suyun temizlenme projesi başarısız oldu. Fukuşima reaktörünün işletmesinin tamamen durdurulması 40 yıl sürebilir.

Nükleer santrallerin riskleri olabilir. Ama dünyanın elektriğe ihtiyacı var değil mi?

Tabii ki. Fakat enerji problemini çözmenin çok daha akılcı bir yolu var: Yenilenebilir enerji kaynakları.

Greenpeace Enerji [D]evrimi senaryosuna göre yenilenebilir enerji kaynakları sayesinde küresel enerji ihtiyacının 2020 yılına kadar toplam % 38’i ve 2050 yılına kadar % 95’i karşılanabiliyor.

İyi de, yenilenebilir enerji pahalı değil mi? Yapımı uzun sürmüyor mu?

Rüzgâr enerjisi düşük kurulum maliyetleri ve yakıt ihtiyacının olmaması sayesinde yeni santral teknolojisinde en ekonomik seçenek ve kurulumu bir yıldan kısa sürüyor. Buna karşılık bir nükleer santral inşaatı yaklaşık on yıl alıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları ve santralleri nükleer ve fosil yakıtla çalışan santrallerin yerini alıp 2050 yılına kadar ısıtma sektörünün % 90’lık enerji ihtiyacını karşılayabilir, öte yandan araç sektöründe fosil yakıt kullanımı 2050 yılına kadar % 98’den % 30’a indirilebilir.

Ülkeler kendi doğal kaynaklarından yararlanarak ürettikleri yenilenebilir enerji sayesinde enerji maliyetlerini düşürebilir. Yenilenebilir enerjinin yakıt masrafı olmadığı düşünülürse, küresel kapsamda yakıt masrafları da 2030 yılına kadar yıllık olarak 282 milyar $ ve 2030 – 2050 yılları arasında yıllık olarak 964 milyar $ azalır.

Bu temiz enerji planları hep uzun vadeli. Bu durumda nükleer santraller toptan kapanırsa, enerji krizi çıkmaz mı?

Doğru. Hepsi bir anda kapanabilse mükemmel olurdu fakat bu o kadar da pratik bir çözüm değil. Bizim Enerji [D]evrimi raporunda da bahsettiğimiz çözüm şöyle: Şu anki yaşam ömürlerine göre önümüzdeki 35 yıl içinde tüm reaktörler kapatılabilir ve yerine yenileri yapılmayabilir.

Peki, hem nükleer enerji hem yenilenebilir enerji bir arada olamaz mı?

Nükleer santrallerin çalışmaya devam etmesi, elektrik şebekelerine eklenebilecek yenilenebilir enerji kaynaklarını engelliyor. Nükleer enerji santralleri aynı zamanda iklim değişikliğiyle yapılan mücadelede gerçekten fark yaratabilecek yenilenebilir enerjilere yapılacak yatırımı engellemiş oluyor.

Nükleer güvenli olursa, patlamazsa, başka bir sıkıntısı yok öyle değil mi?

‘Yok’ demek isterdik ama bu doğru olmaz. 60 yıllık nükleer santral geçmişine sahip olan dünyamızda, nükleer atıkların nihai olarak depolandığı bir tek tesis bile bulunmuyor.

Nükleer endüstri ürettiği atıkları bertaraf edemiyor; bunun yerine nükleer atıkları gözlerden uzak tutma çabası içinde, okyanusa atıyor. Ayrıca gezegenin farklı bölgeleri, toprak altına gömülmüş radyoaktif atıklarla dolu.

Belki de en acımasız yöntem, nükleer atıkların üçüncü dünya ülkelerine bazen yasa dışı bazen de yasal yollarla ihraç edilmesi. Çin, ABD, Fransa ve Japonya’da üretilen nükleer atıkların Somali, Tibet ve Kazakistan’da depolandıkları biliniyor. Türkiye’de bu nükleer atık furyasından nasibini aldı. Yakın geçmişte Karadeniz ve Çanakkale kıyılarında yüzlerce radyoaktif madde ve atık içeren sarı renkli varil bulunmuştu.

Biz diğer ülkeler santral üstüne santral açıyor diye duyuyoruz. Madem bu kadar tehlikeli, onlar neden yapıyor?

Bu doğru değil. Dünyadaki elektrik ihtiyacının çok küçük bir yüzdesini karşılayan nükleer enerji, Fukuşima’dan önce bile düşüşteydi. Geçtiğimiz yıl hızlı bir şekilde nükleer santrallerini kapatmaya başlayan Almanya ve Japonya örneklerinde, bu santralleri kapatmanın herhangi bir elektrik kesintisine ya da ekonomik probleme yol açmadığını gördük. Almanya reaktörlerin yarısını kapattı. Japonya’da ise 54 reaktörden geriye yalnızca iki tanesi kaldı.

Hep ‘nükleere hayır’ diyorsunuz. Türkiye’de insanların nükleer istemediğini nereden biliyorsunuz?

Yapılan farklı bağımsız kamuoyu yoklamalarına göre Türkiye’nin % 64’ü nükleer santral kurulmasına karşı.

Bu oran Mersin’de % 72’ye yaklaşıyor. Eylemlerimizle halkın talebini daha yüksek sesle, konunun muhataplarına iletiyor ve onların da bu sese kulak vermelerini amaçlıyoruz.

Türkiye’deki nükleer santral kurma planları ne aşamada? Akkuyu’da inşaata başladılar mı?

12 Mayıs 2010 tarihinde Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti arasında Akkuyu’da nükleer güç santrali kurmak ve işletmek amacıyla uluslararası iş birliği antlaşması imzalandı. 2011 yılının Mart ayından itibaren Rosatom şirketi (Çernobil’i yapan şirket) Akkuyu’da sondaj çalışmalarına başladı.

Akkuyu’da Rosatom şirketinin inşaata başlayabilmesi için Türkiye Atom Enerji Kurumundan (TAEK) inşaat lisansı alması gerekiyor. 2012 yılında Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) ön raporu hazırlayan şirket bunu halkın görüşüne sundu. Halk itiraz etti ama ‘ÇED toplantısı yapılmıştır’ tutanağı tutuldu. Devletin kendi kurumları, akademisyenler ve bilim insanları da ÇED ön raporunun eksik ve çelişkilerle dolu olduğunun altını çizdiler. GP-Akdeniz ÇED ön raporuna dava açtı ve dava hala sürüyor.

Bulgaristan, Rus şirket Rosatom’la olan antlaşmasını iptal etti. Aynı şirketle Akkuyu için yapılan anlaşma da iptal edilebilir mi?

Rus hükümeti tarafından finanse edilmesi öngörülen projeyi ekonomik sıkıntılar ve gecikmeler bekliyor. Her gecikme, projenin maliyetini artırıyor. Artan maliyetlerin kimin tarafından karşılanacağı ise belirsizliğini koruyor. Dünyadan örnekler fiyat farkının nükleer santral inşa edilen ülkenin bütçesinden karşılandığını bizlere öğretiyor. Tıpkı Bulgaristan’daki Belene örneği gibi. Bulgar hükümeti bu yükü bütçelerinden karşılamayı uygun görmedi ve projeyi iptal etti.

Akkuyu’da nükleer santral kurulursa, Türkiye’nin enerji ihtiyacının ne kadarı karşılanacak?

Türkiye’nin yıllara göre artan elektrik talebi göz önüne alındığında Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santral bu talebin sadece % 4,5’ni karşılayabilecek.

Güneşli olmayan havalarda ya da rüzgâr kesildiğinde yenilenebilir enerjinin ihtiyaçlarımızı karşılayabileceği garanti mi?

Pek çok uzman ve araştırma, düzgün bir şekilde planlanıp, uygun bir şekilde elektrik şebekesine entegre edildiğinde, yenilenebilir enerjilerin, bu konuda güvenilir olduğunu gösteriyor. Avrupa için hazırlanan model ve simülasyonlar, farklı yenilenebilir enerjiler bir arada kullanıldığında, uç noktalardaki hava şartlarında bile şehirlerin elektrik ihtiyacının karşılanabileceğini gösteriyor.

Biz büyüyen bir ülkeyiz. Türkiye’nin yenilebilir enerji potansiyeli ne, yeterli olacak mı?

Türkiye bulunduğu coğrafi konum itibariyle, yüksek güneşlenme süresi ve yüksek ısıma oranıyla dikkat çekiyor. Özellikle Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz Bölgeleri büyük potansiyele sahip.

Türkiye’nin güneşlenme süreleri diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin en yüksek potansiyele sahip olmasına rağmen bu potansiyelin hiç kullanılmadığını görüyoruz. Yıllık güneş enerji potansiyeli 80 bin MW yani şu anki kurulu gücün nerdeyse bir buçuk katı.

Dünyada yenilenebilir enerjiye geçip ülkesinin ihtiyacını karşılayan bir örnek var mı?

– 2012’nin son üç ayında İspanya temel elektrik üretimini rüzgâr enerjisinden elde etti.

– 2010 yılında Çin saatte ortalama bir rüzgâr türbini dikti.

– 2011 yılında rüzgâr enerjisi endüstrisi, 41 bin MW temiz ve güvenilir rüzgâr enerjisi türbini kurdu ve küresel bazda toplam kapasiteyi 2011 yılı sonunda 238.000 MW üzerine çıkardı. Yani % 21’lik bir artış sağladı ve küresel piyasada yıllık oranda % 6’lık artış oldu.

– Bugün ticari rüzgâr enerjisi kurulumu yapan 75 ülkeden 22’si 1 GW seviyesini aştı.

– 2010 yılında kurulan rüzgâr enerjisi türbinlerinin yarısından fazlası, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın geleneksel pazarlarının dışında kalan yerlere kuruldu ve hemen hepsi ilk kez rüzgâr enerjisi kullanmaya başladı.

– Yeni Zelanda elektrik ihtiyacının % 10’luk kısmını jeotermal enerjiden sağladı.

– Portekiz’in yenilenebilir elektrik üretim kapasitesi sadece beş yıllık süre içinde % 15’ten % 45’e yükseldi.

Nükleer karşıtı eylemlerin bir faydası oluyor mu?

Sivil toplum ve çevre örgütlerinin yıllardır nükleer konusunda yaptığı farklı çalışmalar hem dünyada hem de Türkiye’de olumlu sonuçlar yarattı: 2000 yılında dönemin başbakanı Bülent Ecevit nükleer antlaşmayı iptal ettiğini açıklamıştı. Avrupa’da da yapılan eylemler ve kamuoyu baskısı, Almanya, İsviçre, İtalya gibi ülkelerde nükleer santrallerin ya kapatılması ya da ülkeye sokulmaması kararlarıyla sonuçlandı.

Bir arada nükleer senaryosunu bozup, dünyaya yepyeni temiz bir gelecek sağlayabiliriz.

Greenpeace