Fıstık Çamları

Ben şaşırmıştım “Demek ki onlar da yalnız yaşamını sürdüremiyor” diye. Ormancının deneyimi ve bilgisine güvenerek bir tane daha diktim, yine de uzun yıllar bekledi meyve vermek için. 20 yıl sonra gidince gördüm ki meyve vermiş. “Birbirinizi ancak mı tanıyabildiniz, yoksa ancak mı olgunlaştınız?” diye sordum artık benim olmayan ağaçlara. Şu andaki evimin karşısında dev gibi okaliptüs ağaçları var. Her yağmurdan sonra mis gibi kokuları duyulur. Bugün fark ettim çiçek açtıklarını. Ama ilginçtir ki, ağaçların hepsi değil, aralarından bazıları çiçekli. Acaba diyorum, onların da mı cinsiyeti var? Öyle düşünmek işime geldi, “yine kadın üretkenliği yüklenmiş ki çiçeklenmiş” dedim.

Canlı türlerinin tümü yanında benzerini istiyor. Yalnız yaşamayı ne çiçek, ne böcek, ne de insan tercih ediyor. Ancak bu da uyum içinde olunca güzel değil midir? Biri diğerinin baskısı altındaysa o birliktelik acı vermez mi? Neden bu uyumu yakalayana dek beklenmez? Özellikle kadının evlendirilmesi için var güçle çalışılır. Bir anlamda kızların, baştan atılma, sorumluluğundan kurtulma çabasına düşülür.

Mardin’in Bilge Köyü’nde ki katliamdan sonra, çocukların ne olacağı üzerinde hem toplum hem de medya uzun uzun durdu. Kimisi “Evlatlık verilsinler” dedi. Kimisi koruyucu aileden bahsetti. Köylüler ise “En iyisi bu kızları evlendirelim” dediler. Onların bulduğu çözüm, kendilerine göre kesin kurtuluştu. Nasıl olsa kadının yaşamdaki hedefi evlenmektir. Eeee o zaman neyi bekliyorlar ki? Yaşları küçükmüş, çocukmuş, bunların ne önemi var? Ailelerini kaybetmişler, ortada kalmışlar, al işte onlara aile, yuva, hatta bir de koca. Hem akrabalar kurtulur, hem de sorun en kısa yoldan çözülür.

Bu çözümler bana 17 Ağustos Depremi’ni anımsattı. Depremden sonra ana- babasını kaybeden çocuklar için de çözüm aranmıştı. Evlat edinmek isteyenlerin ilginç başvuruları vardı: “Yeşil gözlü, sarışın, 12- 15 yaşında kız çocuğu evlat edinmek istiyoruz” diye. Aklıma gelince hâlâ tüylerim diken diken olur.

Şişli Belediye Başkan Yardımcısı Kahraman Eroğlu, “Bu çocuklar köyünden uzaklara verilmemeli, onlar yalnızca yakınlarından değil, köyünün hayvanlarından, börtü böceğinden, çiçeğinden de ayrılmış olacaklar ve bu yeni bir travma olacak onlar için, bu haksızlık” diyor. Çok doğru söylüyor, ama akrabalarının getirdikleri çözümün de sevgi, koruma içerdiği söylenemez. İlk düşündükleri kızları başlarından atmak, onların sorumluluğundan kurtulmak. Kabak yine kadın olmanın başında patlıyor, her zor günde olduğu gibi.

Toplum yalnızca doğayı örnek alsa, çözüm için yetecek aslında. Ağaçlar, çiçekler bile belli bir olgunluğa erişmeyi beklemez mi? Hangi çiçek tomurcukken tohuma durur? Benim fıstık çamları bile 20 yıl beklemedi mi kozalak vermek için? Bu kızları kurtarmanın bir yolu olmalı. Bir süre sonra unutulmamalı. Onları yatılı bir okula, bir yurda (ama tarikatın yurduna değil) yerleştirmek en iyisi mi ne dersiniz? Gel de Türkan Saylan Hoca’yı saygıyla anma, O’nu özleme!