Ekositemler Yok Olurken

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

HES’ler can sıkıcı bir konu. Yerel halkların toprak, su, bitkiler, ağaç ve ormanlar gibi ekolojik kavramlarla çok sıkı ve ayrılmaz bir bağı bulunur. Aslında doğal ortamlar, bağı da aşan yaşamsal bir gerekliliktir bu insanlar için. Bunu hatırladığımız zaman, Anadolu insanının neden HES projelerine karşı direndiğini daha iyi kavrayabiliriz. Aynı zamanda da, neden bu insanların doğal yaşam alanlarında doğa tahribatı yapan, habitatları alt üst eden, sosyal dokuyu tahrip eden bu tür ekoloji düşmanı projeleri projelendirmememiz gerektiğini de anlayabiliriz.

Çünkü her şey insan içindir. Ekonomiler ve endüstri insan için, onların daha rahat, mutlu, huzurlu ve sağlıklı yaşaması için vardır. Hükümetler de, insan için vardır; halkın daha rahat, mutlu, huzurlu ve sağlıklı yaşaması için görev yaparlar. Eğer o hükümet, yerel halkın yaşam alanına kondurduğu kömür yakıtlı bir termik santralle onların oksijenini çalıyor, gökyüzünü kirletiyor ve onları kanser yapıyorsa; yaşam sevinci duydukları akarsu vadilerindeki doğal güzellikleri hidro elektrik santralleriyle (HES) yok ediyorsa; gözlerini ve gönüllerini şenlendiren ormanlarını ‘senin iyiliğin için sana yol yapıyorum’ diyerek onlardan alıyorsa, onları seçen halk için görev yapmıyor demektir.

Bir de başımıza, yol yapımı nedeniyle yok edilmeye başlanan ormanlık alanlar çıktı. İstanbul’un Kuzey Ormanları, 3. Havaalanı Projesi, Kuzey Marmara Otoyolu, Kanal İstanbul, İzmit Körfez Geçişi ve İstanbul – İzmir Otoyolu, taş, kil, kum, mermer ocakları, altın madeni, imara açılan yeşil alanlar, kıyıları korumayan kıyı yasası, 17 milyon insanı ayaklandıran Topçu Kışlası Projesi falan diye uğraşırken, bir de baktık Atatürk Orman Çiftliği’nde Başbakanlık Konutu yükseliyor, ağaçlar gitmiş. O da yetmemiş, bir adam çıkmış, ODTÜ Ormanları’ndan yol geçireceğim diyor. Modern Batı dünyası da, vazgeçtik kent ormanları kurmayı, ormanları kentin içerisine sokuşturacak projeleri başarıyla uyguluyorlar. İşte biz de, var olan 18 milyon ağaçlı ormancığı nasıl ranta çevirebiliriz hesabı peşindeyiz. Sanki Ankara orman cenneti, birazcık orman feda edilse ne olacak, değil mi efendim?

Bugün gezegenimizin yüzde 30’u ormanlarla kaplı ancak hızla artan nüfusa dayalı ihtiyaçların zorlamasıyla, bu ormanların her yıl 13 milyon hektarı yok ediliyor. Biz de bundan geri kalacak değiliz ya, kamu yönetimi de görev başında, bu yok edilişe rakam ekleme peşinde.

Yağmur ormanlarında yok edilen ekosistemler içerisinde yer alan, bitki, hayvan ve böceklerin de yok edildiğini ve bu ekosistemin eski canlılığını yakalayabilmesi için 100 milyon yıl geçmesi gerektiğini biliyor olmalısınız. Bu süreç, ülkemizde yok edilen geniş ölçekli ekosistemler için de geçerli elbette.

Bu yok oluştan tüm dünya payına düşeni alıyor. İrlanda’nın meşe ormanları, tarım arazisi açmak, ısınma gibi ihtiyaçları karşılamak amacıyla yüzlerce yıl önce yok edilmiş, Etiyopya’da ise ticari kullanım nedeniyle ormanlık alanlar yüzde 1’e kadar düşmüş. Türkiye’nin yakın bir geçmişte dörtte üçü ormanlarla kaplıyken, bugün bu oran dörtte bire inmiş, Almanya’da ise dörtte bir olan orman oranı, akılcı ormancılık politikalarıyla dörtte üçe çıkartmış.

İklim, ekosistemlerin ayrılmaz bir parçası. Doğal ortamlar yapılan müdahalelerin aynı zamanda iklime de bir müdahale olduğunu unutmamalıyız. Düşüncesizce yok ettiğimiz doğal ortamlar, o bölgenin iklimini etkiliyor, yağış rejimini alt üst ediyor, ısı tablolarını değiştiriyor ve canlı profiliyle birlikte başka bir ekosistem ortaya çıkartıyor. Ormanları yok ederseniz, kaçınılmaz olarak çöl ekosistemlerine davetiye çıkartırsınız. Bir gölü yok ederseniz, yerine kurak bir yeryüzü örtüsünü kondurursunuz. Ormanları ve kırlık alanları yok ederken yaşamlarını sonlandırdığınız yaban hayvanlarının yerini, ölümlere yol açan kenelerle doldurursunuz. Yılanları yok ederseniz, farelere evet demek zorunda kalırsınız.

IPCC (Uluslararası İklim Değişikliği Paneli) Dördüncü Değerlendirme Raporu’na göre, 21. yüzyılda birçok ekosistem, iklim değişikliği, ısı artışı, ortam kirlenmesi ve başka faktörlerin de etkisiyle, doğal olarak uyum sağlama yeteneğini kaybetti. Daha sık ve şiddetli olarak yaşanmaya başlanan sel, kuraklık, orman yangını ve biyolojik istilaların yanında, giderek artan bir oranda yüksek karbondioksit düzeyleri nedeniyle, okyanuslarda asitlenme gibi önemli sorunlar ortaya çıktı. Bu ne demek biliyor musunuz; ‘yüzyılın ortalarında oksijensiz kalacağız!’

Ve ülkemizde ekosistemler acımasızca yok edilmeye devam ediliyor, doğal ortamların yerine beton ve asfalt tercih ediliyor. Böyle giderse, korunacak, yüzüne bakılacak ve huzur duyulabilecek bir karış doğa parçası, güzel yurt köşesi kalmayacak.

Sanki biz Türkler, bu gezegende yaşamıyormuşuz gibi davranamayız. Kamu yönetimi, doğal ortam tahribatları için ‘bana ne!’ diyemez. Yolları ormanlara tercih etme lüksüne hiç sahip değil. Çünkü hepimiz bu gemideyiz ve ekolojik kıyamet yüzyılın ortalarına varmadan hepimizi yakaladığı zaman, “beni atlar mı acaba, ben kurtarır mıyım?” demelerinin onlara ve ne yazık ki bu yıkımda hiçbir suçu olmayan ya da az suçu olan halka hiçbir yararı olmayacak…

Peki,”sesimizi duyan var mı?”

Yeşim Köktürk

Fotoğraf: Tuğçe Yüksel