Dolmabahçe’nin Çınarları

Çınarı Yıkmak

‘…

Çınarı yıkmak için

baltayı köküne vururlar.

evi yıkmak için

sokarlar kundağı temele.

Kartal uçmaz olur

kanadı kırılınca.

düşünebilir miyiz

başımız vurulunca?

Onlar köküdür memleketin,

dallara yürüyen su

bu kökte saklıdır.

Onlar umudun temeli,

onlar kanadı hürriyetin,

halkın aklıdır.

Kaç kere kaç yerde baltalandı kök

yürümez oldu su

dallar kurudu.

Kırıldı kanat

öldürdüler aklı;

Ve sonra yolladılar insanları salhaneye.

Çünkü böyledir

asrımızın gerçeklerinden biri.’

Nâzım Hikmet

 

Mart 2012 tarihinde, İstanbul, Dolmabahçe’de ki tarihi çınarlar kesildi. Yeşil ağaç kesildiğinde, hele hele yaşlı, güngörmüş ağaçlar kesildiğinde bütün duyarlı iyi insanların yüreği sızladı. Büyük ağaçlar sadece ebatları açısından değil; anıt ağaç oldukları için, tarih görmüş ağaçlar oldukları için, yaşadıklaı şehrin zihinsel bütünlüğünün bile bir parçası oldukları için (şiirlerde, şarkılarda, resimlerde) bir zenginlik, büyük  şehirlerin simgesi.

Paris’i, Londra’yı dünyanın belli başlı şehirlerini görmüş olanlarımız bilir, büyük ağaçlar, anıt ağaçlar o şehirlerin olmazsa olmaz parçaları. O ağaçları olmayan nice şehir de vardır ki, onların bir ruhu yoktur!

 

Kesim  icraatını  yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, halkla ilişkiler becerisini kullanarak ve öncesinden TV’lere, basına beyanat vererek insanları bu olaya hazırlamışlardı.

Gerekçeleri eksoz dumanından (ve betonlaşmadan) hastalanmış ağaçların ölmekte oldukları, mantar hastalığı saldırısından çürümekte olan gövdelerinin kırılma riskinin araç trafiği için tehlike oluşturduğu gibi iddialardı.

Ben çevre duyarlılığı olan ama konulara çevre köktenci düşünceyle yanaşmayan bir düşünceye sahip olduğumdan, belediye görüşüne inanmak istedim, onların mutlak uzman teknik elemanları olduğunu, onların görüşüne göre bu eylemin planlandığını düşündüm.

Neyse sonra ağaçların kesimi ile ilgili resimler gazetelere, görüntüler TV kanallarına düşünce, dilim dilim doğranarak kesilmiş ağaçlarda, en azından kameraya kayıt edilmiş olanlarında, hiç de öyle riskli çürüme belirtisi görülmüyordu. Kesitler, canlı güçlü ağaçların gövde kesitleriydi. Kameraların tutulduğu çevreden gelip geçen halk da duruma tepkiliydi: ‘Bu ağaçların neresi çürükmüş, yıkılırmış!’ türünden fikir belirtiyorlardı. Bir evsiz bile elinde darbukasıyla,kesim ekiplerini protesto ediyordu.                                                                                                     İşte şimdi artık bu kesim işlemi konusunda, öncesinde olduğu gibi işlemin haklılığı konusunda emin olamıyorum.

Acaba bu ağaçların hasta kısımları temizlenip, mantar önleyici macunla ilaçlanamaz mıydı?

Acaba bu ağaçların içindeki yıkılma riski oluşturanlar çelik destek kafesle desteklenemez miydi?

Veya sadece bu riskli olanlar kesilip diğerleri bakım ve tedavi ile kurtarılamaz mıydı?

Acaba, acaba?

Bazılarımızın ağaçları pek sevmediği, en azından koruma ve sahip çıkma arzusu taşımadığı hepimizin malumu.

Şehirlerimiz betonla kaplandı. İnşaatçılarımız ve mülk sahipleri imar planları yüksek kat irtifası artırdıkça, bahçeleri bozup apartmanla doldurdular.

Kalan ufacık bahçedeki tek tük ağaç ise betona ve otopark hırsına kurban olmadı mı?                                                                                                                                               Belediye yetkilileri öteden beri kaldırımlara diktikleri fidanların halk tarafından kırıldığından, söküldüğünden yakınmazlar mı? (Bu sebeple belediyelerin zarar verilemeyecek büyüklükte erişkin olmuş ağaç dikmek zorunda kaldıkları, bu büyük fidanların ise  eskisine kıyasla kat kat fazla maliyet çıkardığı biliniyor!) Bilhassa varoş denilen, büyük şehirleri çevreleyen semtlerde bu ağaçsızlık ve dikilenlere zarar verilmesi olayı çok yaygın.

Populist yerel yönetimler söyleyemiyor ama bilim adamları söylüyor; halkımız ağacı pek sevmiyor. Ağaç bazılarımız için köyündeki zorlu hayatı, mücadeleyi hatırlatıyor. Şehirlerimizde yaşayan halkımızın büyük bölümü, birinci ve ikinci nesil kırsal bölgeden, köyden göç etmiş göçmenler. Geldikleri yöreler zaten Anadolu’nun büyük kesiminin bozkır doğası. Sahil kesimlerini bırakın, bütün iç ve doğu Anadolu kıraç, ağaçsız. İnsanımız çoğunluk ağaçla haşır neşir değil yani.

Varoşlarda yaşayan insanların; şehirlerdeki, bilhassa o şehrin bulvarlarındaki dev ağaçları neden sevmedikleri konusunda sosyoloji bilim adamları akıl yormuşlar ve açıklama getirmişler.

Diyorlar ki, göçmenlik zordur, henüz kasaba hayatı ile tanışmadan birdenbire büyük şehrin kucağına düşen insanlar bocalıyorlar. Geçim şartları, iş bulmak zorluğu, köyde bedelsiz aldığı bir çok şeye, örneğin ulaşıma, suya, giyim kuşama vs. bedel ödemek zorunda kalması, sıla özlemi hep güçlükler. Bunlar yetmezmiş gibi bir de kültürü, alışkanlıkları, yaşam tarzı farklı olan, kuralcı, kısıtlayıcı  bir çevreyi yadırgıyorlar. Yadırgamaktan öte sanki yabancı bir ülkeye gidince yaşanan bunalım benzeri bir yabancılaşma olgusu denilen depresif bir ruh haline düşüyorlar. Anlayamadıkları bu şehirden nefret ediyorlar.

Aynı bilim adamı devam ediyor: Yabancılaşma olgusu yaşayan göçmenler şehrin bulvarlarındaki dev ağaçları, o  nefret ettikleri şehirle özdeşleştirmeye başlıyorlar. Dev çınarlar onların üzerine üzerine geliyor. Bilmeden farkında olmadan o kendilerini boğan şehrin sembolü ağaçlara düşman oluyorlar!

İşte ağaç düşmanlığının sosyolojik açıklaması böyle. Yabancılaşma olgusu birinci nesilde başlıyor, ikinci nesilde devam ediyor, ancak üçüncü nesilde unutuluyormuş! Bu insanların şehirle barışmalarını iki nesil beklemek da çözüm değil.                                                                                                           Çünkü göç bitmiyor. Doğu’da terör olgusu, bozkırda geçim zorluğu, büyük şehirlere göçü sürekli kılıyor!

Sonuç: İhtimal vermek istemiyorum ama Dolmabahçe’de ki ağaç kesimi (katliam demiyorum!) gerçekten teknik bir zorunluluktan dolayı mı?

Yoksa yukarıda bahsettiğim büyük ağaçlardan nefret eden bir yabancılaşma olgusunun dışa vurumu mu? Kesim kararını verenler yabancılaşma olgusu altındaki insanlar mı?

Ben bunu bilemem, içlerinde değilim. Niyetim kimseyi suçlamak da değil. Mutlak orada rasyonel düşünen, içgüdüleriyle hareket etmeyen insanlar var! Belki tümünü kesmeyecekler. Ben şehirle ilgili idrakime kazınmış olan o ağaçların yokluğuna üzülüyorum. Yerine genç ağaçlar dikeceklerini söylüyorlar ama yüzlerce yıllık yaşanmışlık yerine konamıyor ki!

Ayrıca asıl büyük ağaç katliamı da kapıda!

Yakın zamanda Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün yapım ihalesi açılacak. Sonrasında  köprünün ekspres yol bağlantıları için İstanbul’un kuzeyindeki orman kuşağı tahrip edilecek. Daha uzun sürede yol geldiği için kavşakların çevresinden başlamak üzere yerleşimler, yani insanlar gelecek. Trafik yoğunluğu daha da beter olacak. Gelişme uğruna doğa feda edilecek! Öf ki öff.

Köprü geçişlerinin trafiğe faydası olmadığı şehir planlamacılarınca öteden beri söyleniyor. Ama Üçüncü Köprü yerine Boğaziçi Köprüsü’nün altından geçen raylı tüp geçit yapılsaydı, şehir için daha yararlı olabilirdi.

Harem –Kumkapı raylı geçişinin halkası oluşturulur, toplu taşımacılık açısından büyük bir olay yaratılabilirdi.

Ama rant olmadığı için tüp geçişleri kim düşünür ki?

Mart 2012