Derelere Hücre Cezası

benekli turk semenderi

Çamardı Bölgesi’ne hidro elektrik santrali (HES) kurulması ve Ecemiş Suyu’nun Nevşehir – Aksaray bölgesine akıtılması tartışmalarının gündeme geldiği, hatta seçim malzemesi yapıldığı bu dönemde, atamın dedemin bin bir emekle var ettiği elma bahçemizin içinden akan kadim su arkının borulara alınacağını duyduğumuzda; ‘Nasıl olsa seçim vaadi olarak kalır, yıllardır Bağbaşı’ndan bahçemize inen yolu bile ıslah edemediler, bunu mu yapacaklar’ diye düşünürken birkaç gün içinde projenin tamamlandığı haberini aldık.

Küresel sistemin elinin kolunun Çamardı Giyesi Mevkii’ndeki elma bahçemize, jet hızıyla ulaşacağı aklımızın köşesinden geçmezdi. Bin yıldır Karapınar Vadisi içinden akarak, etrafında bulunan bağ bahçeye, börtü böceğe, kurda kuşa hayat veren kadim su arkının kara borular içine alınmasıyla, çocukluğuma dair anıların yok edilmesi faslına bir yenisi daha ekleniyordu.

İşin hazin tarafı, Anadolu’nun dört bir köşesinde yapımı planlanan HES’lere karşı eylemler devam ederken Çamardı’nın adamının sessizliğe bürünmesiydi. Hatta bu projenin ne kadar faydalı olduğunu, su kayıplarını önlediğini, bağ bahçeyi kıymetlendireceğini söylüyor,  Allah’ın nimeti, canlıların hayat damarı olun suyun ticarileşmesine kayıtsız kalıp, boyun eğerken, dere yataklarının kurumasına,  kesilen ağaçlara, SİT alanı olması gereken bölgelerde açılan yollara, ses çıkarmıyorlardı.  Öyle ki; Niğde’de rastladığımız Çamardılı bağ komşumuz, bu sayede bölgenin prim yaptığını, içinden yol geçirilen bahçesini, Adanalı yaylacılara daha yüksek bir fiyatla satabileceğini anlatıyordu.

Ana akım medyadan beslenen, saçma sapan yarışma ve dizilerle beyni hoşaflaştırılan yurdum insanı, bağ bahçesinin hoyratça talan edilmesine göz yumarken tabiata zulmedene hürmet ediyor, toprak rantı peşine düşüyordu. Yörede geleneksel yöntemlerle yapılan elmacılığın neden can çekiştiğine kafa yoracağı yerde, dededen intikal eden bahçesini satarak kendine ekmek çıkarmayı hesaplıyordu.

Büyük dedemiz Hacı Halil Ağazade Zeki Efendi (Ecemiş) tarafından yaklaşık yüz yıl önce yaptırılan taş evimizin altından geçen kadim su arkını besleyen sular, bir iki kilometre uzağımızdaki Karapınar Gözeleri’nden kaynar, yer yer tatlı kıvrımlar yaparak doğal yatağı içinden akar, yörenin tabii dokusunu tamamlardı. Çamardı ilçe merkezinin güneyinde Maden Mahallesi’nde diğer çay ve derelerle birleşerek Seyhan Nehri’ni oluştururdu.

Okulların kapanması, Çamardı sezonunun açılması demekti bizim için… Günler öncesinde başlayan büyük heyecan, yola çıkmamızla beraber tatlı bir sevince dönüşürdü. Emektar Skoda’mızın kasasında, Aladağlar manzarasına karşı bağrımıza vuran yelin serinliğinde yaptığımız yolculuğun bitmesini istemezdik. Delik deşik yollardan geçerken yüreğimiz pır pır eder, toz toprak içindeki Çamardı şosesini kat etmemiz en az iki saat sürerdi. Rahmetli Lütfi Dedem direksiyonda olduğu zaman yol boyunca, her el edeni pikaba alır,  elma sandıkları üzerine tüneyen Şıhlar, Eynelli, Kavlaktepe, Bademdere, Karamuk Yelatan köylüleriyle beraber, ‘Telli Beyin Türküsü’nü çığırarak Çamardı’ya doğru yol alırdık. O yıllarda Çamardı – Niğde arasında günde karşılıklı tek seferi olan külüstür bir otobüs işlerdi. Yöre insanı çoğunlukla merkep veya beygir sırtında ya da yoldan nadiren geçen araçlara el etmek suretiyle yolculuk ederdi. Traktör sahibi olmak ayrıcalık sayılırken günümüzde kırsal kesimin ulaşımında tartışılmaz bir yere sahip olan Renault-Toroslar yeni yeni sahneye çıkıyordu.

Çamardı Yolu’nun tozu toprağından, külüstür kamyonların egzoz dumanından ziyadesiyle nasiplensek de menzile eriştiğimizde her taraftan akan sularla yunacağımızı bilir, kiri pası dert etmezdik. Paşalının Bağı’na gelir gelmez paçaları sıvayarak dere kenarındaki iptidai patikadan evimize doğru zorlukla ilerlerdik. Kimi zaman bastığız millenmiş toprak kayar, aşağı sekilere yuvarlanır, kimi zaman yosunlu taşlara basarak suya düşer, diz boyu çamura batar, kadim su arklarının üzerinde bulunan derme çatma köprülerden sekerek geçer, buz gibi yayla sularını kana kana içerdik.

Asırlık ceviz ağacının gölgesindeki taş evimiz Hikmet Dayı’ların (Hikmet Ecemiş) eviyle sırt sırta yaslanmış şekilde yapılmıştı. Karapınar’dan akıp gelen çay, evin altından geçerek dayıların tarafından çıkardı. Akarsu üzerindeki ilk ev olduğumuzdan suyu kirletmemeye özen gösterirdik. Solucan, sülük, suyılanı, kurbağa, salyangoz, lekeli semender, derealası gibi türlü mahlûkata yaşam alanı olan suya kazayla bir şey düşürdüğümüzde hemen yakalamaya koşar, akıntıya kapılıp kaçanların peşine, evin çevresinden dolanmak suretiyle düşerdik. En eğlenceli ve maceralı oyunumuz, loş bir kayıkhaneye benzeyen evlerin altındaki karanlık dehliz içinden karşı tarafa geçmek idi.

Büyük dayımız Hikmet Ecemiş 1977 yılında, bu arktan beslenen bir havuz yaptırmıştı. O yıllarda Çamardı’da havuz falan bilinmezdi. Derelerin önüne set yapılarak çimme geleneğini üst seviyeye taşıyan Hikmet Dayı, evinin terasına atlama balkonu yaptırarak İsmet Paşa usulü çivileme atlamaya vermişti kendini… Havuzun suyu günlerce ısınmazdı. Buz gibi suya atlamaya cesaret edenler bir iki kulaç attıktan sonra titreyerek çıkardı. Sıcaktan bunalan misafirler, arzu ederlerse ark içine konan tahta sandalyelere oturtulur ferahlamaları sağlanırdı. Hatta suyun içine bir de masa konarak tavla partileri yapılırdı.

O günden bu güne ne çok şey değişti…

Suya oturulan günler mazide kaldı, havuz viran, bağ bahçe talan oldu. Akarsuların borulara hapsedilip vana ile su salma sistemi miravların (su bekçisi)   işini önemli ölçüde kolaylaştırmış oluyordu. Bundan sonra, sadece vanayı açıp kapayarak aynı işi yapabilecek, kahvede lak lak edip, okey çevirecek zamanları olacaktı. Kentlere doğalgaz’ın gelmesiyle kalorifer kazanına kömür atmaktan kurtulan apartman kapıcıları gibiydiler.

Borulara alınan kaynak suları mevzuunu Niğde günleri vesilesiyle Ankara’da bulunduğum sırada Çamardı Belediye Başkanı ile görüşme fırsatım oldu. Başkan, böylesine projelerin Çamardı’mız için ne denli hayırlı olduğunu anlatıyor, bu sayede bölgenin kalkınacağını söylüyor, “Şuraya kanal yaptık, buraya yol açtık, ilçeye TOKİ getirdik” dedikçe bir türlü ikna olmuyor, yaşam alanları daralan yaban hayvanlarını, yok edilen florayı, akarsuların tecrit edilmesiyle ne yapacağını şaşıran börtü böceği düşünüyordum.  Müspet ilimler, en ufak mikro organizmanın bile ekolojik dengeyi sağlamaya katkısı olduğunu ispat etmişken, herhangi bir araştırma, etüt, ÇED raporu vs olmadan derelerin kapatılması, yok olan canlıların vebalini boynunda taşımak demekti.

Küresel ısınma dolayısıyla oluşan kuraklık tehdidi için tabii ki tedbir alınmalıydı. Vicdani sorumluluk bunu gerektiriyordu. Ecemiş’in suları Nevşehir’e, Aksaray’a hayat versindi ama öncelikle dünya cenneti Çamardı’nın doğal dokusu ve dengesi korunmalıydı.

Bin yıldır akan kadim su arkı artık yok…

Ceviz çırpılırken suya düşenleri toplanmak için koşmamıza gerek kalmadı… Suda gezinen şaşkın alabalık kim bilir nasıl bir yol buldu da Çakıt Suyu’na karıştı? Sülükler boruların çeperine mi yapıştı?

Bugün tabiatın feryadını göz ardı eden, rant uğruna, oy uğruna bağrına hançer saplayan insanoğlu, son pişmanlığın fayda etmediğini anladığında artık çok geç olacak.

Yazı: Alper Goncu, fotoğraf: Cengiz Kayacılar