Çocuk Gelinler

Çocuk gelinler, sanki bize uzakmış gibi konuşuruz. Ülkenin en doğusunda, güney doğusunda olduğunu düşünür, oralar bizim değilmiş gibi anlatırız olayı. Ülkenin batısında olmazmış gibi, efsane misali dinleriz konuyu. Oysa Türkiye’de hemen hemen her evde bir çocuk gelin vardır. Nenelerimizin çoğu çocuk gelindir.

Bizler çocuk gelinlerin torunlarıyız. Belki de annelerimiz çocuk gelindi. Ülkemiz ‘Çocuk’ yaşına bir türlü karar veremediği için bizde çocuk olma yaşı her bölgede, her zamanda değişir.

Bu işin köyü, kenti, okumuşu, cahili yok, konu kadın olunca, bütün erkekler anında örgütleniverir. Alt yapı her an hazırdır. Anneannem anlatırdı, on iki yaşında gelin olduğunu. Babaannem on dördünde uzaklardan getirildiğini. Oysa bu yaşlardaki çocuklar korkulu düş görse altını ıslatır. Karanlıktan korksa, anasının koynunda uyumak ister. Daha ne vücudu, ne de ruhu gelişimini tamamlamıştır. Nedir bu ailelerin acelesi diye düşününce, asıl korkunç gerçek ortaya çıkıverir. ‘Gözü açılmadan kocaya vermek’ deyimi çok yaygındır. Hem de ülkenin her yerinde. ‘Ere yarayınca bize haramdır’ deyimiyle kandırırlar ana babaları. Oyun çağında alır eline bebesini. Çoğu canlı bebekle oynar artık. Geçenlerde bir arkadaşım anlatıyordu. “Bebeğimi doğurdum, yaşım on dört, lohusayım, ama gözüm de kulağım da dışarıda oynayan arkadaşlarımda. Kaynanama yalvardım, yarım saat oynayıp geleyim diye. Bir gittim seke seke akşam olmuş, ben hiç fark etmedim. Doğurduğum çocuk da hiç aklıma gelmedi” diye. Al sana çocuk gelin. Ondan annelik bekle, evliliğin yükünü çocuk omuzlarına yükle, sonra da ülkenin gelişmesini, özgüvenli toplum olmasını, kadınların gördüğü şiddeti anında bildirmesini bekle. Yaşamı gördü mü ki anlasın, öğrendi mi ki yaşasın?

Biz yeniçeri ordusu olan bir imparatorluğun çocuklarıyız. Yeniçeriler, çocuk yaşta toplanırlar, ailelerinden koparılırlar ve asker yapılırlardı. Çocuk gelinler de gelin gittiği aileye köle yapılır. Ailenin erkekleri ve kadınları canı sıkılınca dövebilir, çocuk gelin sesini çıkarması gerektiğini bile bilmez yıllarca. Öğrendiğinde ise yaşamın sonuna yaklaşmıştır. Uyanabilenler en azından kendi çocuklarının erken evlenmesine karşı çıkarlar, ama uyanamayanlar çocuklarına kendi yaşamının aynısını hazırlar, çünkü başka yaşamı tanımamıştır. İşte bu yüzde kadının farkındalığı çok önemlidir.

Geçenlerde Kaş’ta yaşanan olayı anımsarsanız, yüreğiniz sızlar geçer. Televizyonda sunucu anlatıyor “Su yeşili gözlerinden damlalar süzülüyor” diye. O ne gözlerinin güzelliğinin farkında, ne de kendisinin. Belki de ona hiçbir zaman güzel olduğu söylenmedi. Şımarır diye. Oysa sadece özgüveni gelişirdi, güçlenirdi. Kaçarak evlenmelerin nedeni de yalnızca sevginin peşine düşmek değil midir? O yaşlarda istenen yalnızca saçının okşanması, bir tümce tatlı söz değil midir? Çocuk yaşta kaçarak evlenenlerin derdi sıcacık bir el değil midir? Ana – babaların gösteremediği sevgiyi arama sevdası değil midir kendi yaşamını çöle çeviren? Ama biz anlayamayız, çünkü sevginin bu denli gerekli olduğunu bilebilmek için tanımak gerek. Yaşanmayan bir şey nasıl tanınır? Almadığın, sende olmayan şey nasıl verilir?  On dördünde evlenmiş, on altısında anne olmuş. Bir gün cep telefonuna bir mesaj gelmiş, yaşamı kararmış. Bu kadar basitmiş kadının yaşamı. Bu denli pamuk ipliğine bağlı. Ailenin üç erkeği toplanıp sırayla, zaman zaman da birlikte dövmüşler. Uzun zaman işkence etmişler. Kocasının ağabeyi karnına tornavida sokmuş. Öfkenin derinliğini, şiddet için aile erkeklerinin dayanışmasını anlayabiliyor musunuz? Bu kadın çocuk gelin olmasaydı, bu denli kolayca üstünde tepinebilirler miydi? Aile “Kızım evleniyorsun, ama senin bu evde her zaman bir odan var, mutsuz olursan dönebilirsin” deseydi, bu denli cefaya katlanır mıydı? Kafasının arkasına “Gelinlikle girdin, kefenle çıkacaksın” yazılmasaydı, hangi kadın yıllarca dayak yediği, aşağılandığı halde tahammül ederdi?

Yine de umut yeşerdi bir kere, ışık göründü uzaktan. Kadınlar artık “Yeter” demeye başladı. Bu iş bu denli basit olmamalı artık. İnsan, insan gibi yaşama hakkını almalı. Cinsiyet ayrımcılığı ne denli dayatılmaya çalışılırsa çalışılsın, eskisi denli geçerli olamayacaktır. Hani bir söz vardır “Toplumun gelişmesini hiçbir güç engelleyemez” diye. Ben buna inanıyorum ve umut ediyorum. Kadın uyanıyor, işkenceler, ölümler ne denli artarsa artsın bu gelişmeyi ve uyanmayı engelleyemez. Gerçek bir kere fark edildi. Yalanın yaması tutmaz artık. En iyisi o iğneyi de, ipliği de atsın ve insanca yaşamı savunsun. Çünkü dünyayı kadın ve sevgi kurtaracak.