Çevre Yoksa Oy Da Yok!

Yaklaşan seçim hararetle tartışıladursun, bu tartışmalarda en dikkat çekici noktalardan biri çevre konusunda sağır edici bir sessizlik olması.


Oysa birkaç ay önce çevre meseleleri gündeme epey bir gümbürtüyle ve ‘acil’ statüsüyle girmişti. Fukuşima’daki nükleer kazanın üzerinden sadece iki ay geçti. Nükleer sızıntının çocuklar dâhil bütün insanları, toprağı, okyanusu ve doğmamış nesilleri çok uzun süre ortadan kaldırılamayan bir kirliliğe maruz bıraktığı aşikâr da, Akkuyu ve Sinop’a yapılması AKP hükümeti tarafından hevesle planlanan nükleer santrallerin riskiyle bizim nasıl yaşayacağımız belirsiz. Tüm Anadolu’da yapılan ve yapılmakta olan hidroelektrik santrallerin ekolojik dengeyi bozmaktan yerel geçim kaynaklarını yok etmeye, su rejimlerine müdahaleden insansızlaştırmaya varan ciddi boyutlarda sorunlara yol açtığını anlatmak için yollara düşen insanların ‘Büyük Anadolu Yürüyüşü’ hâlâ sürüyor. Daha birkaç gün önce Kütahya’da gümüş madeninde baraj çökmesi sonucu yeraltı sularına siyanür karıştı.

Siyasal bir tercih olarak çevre

Bütün bunlara rağmen çevre siyasetçilerin gündeminde değil. Ancak seçmen için bunu göz ardı etmenin yaşamsal sonuçları var. Enerji, ulaşım, şehirleşme gibi konularda siyasetçiler politika yaparken insan hayatından ve doğada yaratılan tahribattan hiç dem vurmuyorlar. Bunun son örneği Başbakan’ın açıkladığı ‘çılgın’ Kanal İstanbul projesi. Seçim öncesinde oy kaygısıyla açıklanan projenin, asıl tartışılması gereken yönü, gerçekleşmesi halinde yaratacağı ekolojik tahribat açısından nasıl bir çılgınlık olacağı. Bu tartışmaların yapılmaması, seçmenlerin çevreyle ilgili kaygılarının siyasi tercihlerini etkilememesi ve bu kaygıların siyaseten temsil edilmemesi anlamına geliyor. Bunun değişmesi elzem. Çünkü ancak o zaman siyasetçiler daha ekolojik bir anlayışla politika yapmak durumunda kalacaktır. Bu ekolojik anlayış, en temelde insanlığın kaderinin doğanın kaderiyle birebir örtüştüğünün ve insanın parçası olduğu ekosistemin tahribatının, insan yaşamını da dolaysız ve geri dönülmez biçimde etkilediğinin fark edilmesini gerektiriyor. Tabii seçmenlerin çevreyle ilgili kaygıları olmadığı için siyasal tercihlerini bu yönde yapmadıkları öne sürülebilir. Bu alanda yok denecek kadar az sayıda araştırma ve kamuoyu anketi yapıldığı için, Türkiye toplumunun çevreyle ilgili hangi kaygıları olduğu bilinmez, toplumun zaten çevreyi bir değer olarak görmediği yaygın bir kabuldür.

Dolayısıyla ekolojik bir anlayış benimsemek, seçime kadar olan süreyi kapsayan sadece kısa vadeli bir siyasal gündem için değil, uzun vadede çevreyle barışık bir toplum yaratmak için gerekli. İşe 12 Haziran seçimlerinde suyumuza, havamıza, toprağımıza, gıdamıza yönelik tehditlere çözüm üretecek milletvekillerini Meclis’e göndermekle başlayabiliriz.

Barış Gençer Baykan,

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi

Hande Paker,

Bahçeşehir Üniversitesi siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

Fotoğraf: İsmail Şahinbaş