Can Şenliği (Datça Edebiyat Günleri)

Can Evi ziyaretiyle başladık. Can Kahvesi’nde söyleşi ve akşamüstügünebakan çiçeklerinden yapılan çelenk ve metrelerce uzun kâğıtlara yazılan mesajları alarak, Can Yücel’in gömütüne vardık. Kızı Su, teşekkür konuşmasını yaptı. Ataol Behramoğlu mesajlardan bir kaçını okudu; “Anamızı da aldık geldik” mesajı ile bitirdi. İşte o zaman Su uyardı onu; “Dur dur şurada ilginç bir mesaj var” diye. “Can Yücel sen tünelin ucundaki ışıktın. Elimdeki mumu senin ışığından tutuşturmaya geldim Antalya’dan. Kâmile Yılmaz” yazan mesajı da Su okudu.

Muzaffer İzgükısa bir anısınıanlattı: “Can Yücel ile hep Canali Lokantası’nda şarap içerdik. Bir gün şarabın bittiği zamana denk geldik. Yalnızca yarım kalan bir şişe şarap olduğunu söylediklerinde Can Yücel, ‘Yarım kalan şarap iyidir’ dedi ve onu içtik.” Gömütün başında ben de söz aldım. Türkçe derslerimde Muzaffer İzgü’nün öyküleri ile Can Yücel’in şiirlerini işleyip ‘Malazgirt Zaferi işlendi’ diye imzaladığımı anlattım. Gömütlükte yüz kadar kişiydik. Oradan onur konuğu Muzaffer İzgü’nün söyleşisine gittik.

139 kitap yazan Muzaffer İzgü,‘Gülmece Yazarı Olmak’ konusu üzerine konuştu. “Çocuk okuru olmayan toplumun, büyük okuru olmaz. Gülmece topsuz, tüfeksiz bir silahtır, vurdu mu adamı devirir. O nedenle yöneticiler hiç sevmez” dedi. Toplumda duygunun kaybolduğunu vurgularken; “Duyguyu güzel sanatlar verir. Bilgi duygulandırmaz, dersler sadece bilgi verir. Artık bilgi de kirlendi” dedi. Bir soru üzerine; “Beni beş yüz kilogramlık değirmen taşlarının arasına koysalar ölmem. Tırnağımla önce o taşın elli gramını yok eder öyle ölürüm” diyerek, mücadele gücünün önemini vurguladı.

Akşam, ‘Gün Batımı Şiir Dinletisi’ başladı. Can Yücel, Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin’in şiirleri müzik eşliğinde okundu. Sunucu Şebnem Gürsoy, üç gün boyunca “Anlamsızlaşmanın başladığı şu zamanda edebiyat ve edebiyatçıların önemi daha da belirginleşiyor” diyerek başladığı sunumunu sevgiyle sürdürdü. Çok keyifli üç gün geçirdik. Konuşmacıların ağzından çıkan tümceleri içer gibi dinledik hiç sıkılmayı düşünmeden. Üç oturumu arka arkaya yaşamım boyunca sıkılmadan izlememiştim hiç. Oturum bittiği halde yerimizden kalkmayı düşünmedik.

Datçalıyazarlardan Emine Azboz ve Suna Güler’in harika konuşmalarının ardından, Çınar Altı’nda doksan yaşındaki okuma yazma bilmeyen Hayriye Nine’nin ezbere okuduğu uzun şiir herkese öyle bir enerji verdi ki yorulmayı aklımıza bile getirmeden, kentin öteki ucuna diğer oturuma koştuk. Panelde kimler yoktu ki, Hasan Uysal, Enver Aysever, Adnan Gerger, Gökhan Cengizhan, Özgen Seçkin, Hayri Yeki, Uğur Pişmanlık, Gülümser Çankaya, Mine Ömer ‘Anadolu’da Edebiyat’ konusunu tartıştılar.

Viktor Hugo; “Eğer ateşiniz yeteri kadar yüksek değilse, sakın sayıklamaya kalkışmayın” demiş. Datçalıların yeteri kadar ateşi de, soluğu da vardı. Gürül gürül edebiyat aktı sokakları. Şiir esti rüzgârı, türkü söyledi denizi. Öykülerini anlattı çınarları, bademleri, ılgın ağaçları. Haftaya yine Datça’yı konuşalım.