Çakmak Macerası

Olağan gezilerimizden birini yapmak için yollara düştük. Birkaç gün önceden hazırlamış olduğumuz kamp malzemelerini ve tamir malzemelerimizi heybelerimize yerleştirdik. Sabahın ilk ışıklarında hava aşırı soğuktu ve ama içimizdeki bisiklet sevdası bizi ısıtıyordu. Eskişehir’den bolu yönüne Sündiken Dağları’na doğru giderken yavaş yavaş rampaları tırmanmaya başladık.

 

İnişli çıkışlı yollardan uzun bir süre ilerlerken kar yağışı yüzünden yollar kapanmak üzereydi. Eskişehir’den 60 kilometre kadar uzaktaydık. Kamp atmaya karar vermiştik ve kamp için uygun yer aramaya başlamıştık. Gün maviliğini ve sıcaklığını karaya ve soğuğa terk etmeye başlamıştı. Terlerimiz soğumuştu ısınmak için ateş yakmamız gerekiyordu. Ve beklenmeyen bir sürprizle karşılaştık. Tüm arkadaşlar yanlarına ateş almayı unutmuşlardı. Kızılderililer gibi çalıları birbirine sürterek ateş yakacak ya da civardaki köylerden çakmak bulacaktık. Çakmak aramaya çıktık. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra, ilk sapaktan bizi çakmağa götürecek yola girmiştik. Ufuk çizgisinin bulunduğu yerde küçük ışıklar gözüküyordu. Biz yaklaştıkça ışıklar atıyor, köpek sesleri çoğalıyordu. Ama nedense bizi çakmağa götürecek yol bir türlü bitmiyordu.

Çakmağa ulaşmak için var gücümüzle asıldık pedallara. Ama aksilik bir türlü yakamızı bırakmıyordu. Arkadaşım fazla asılmış olacak ki arka rublenin arkasındaki dişliyi kırdı. Dişli boşa dönüyordu. Bu olaydan sonra ellerimizde bisikletlerle tekrar ana yola geri döndük. Saatler hızla ilerliyordu. Gece yarısını da geçmişti. Artık tek umudumuz yoldan geçecek araçlara kalmıştı.

Tam şansımızın döndüğünü düşünmüştük. Karşıdan karayollarının tuzlama aracı geliyordu. Aracın önüne geçtik ama araba duracak gibi gelmiyordu. Bağırdık çağırdık el fenerlerimizle selektör verdik ama araç durmadı. Hatta aracın kasasındaki tuzlama yapan görevli bile tuzlamayı bırakıp şoföre devam et diye bağırıyordu. Herhalde bizi kafalarımızdaki kar maskelerinden terörist falan sandılar.

Bir umut biraz daha bekledik. Belki bir şans daha. Ama ne fayda saat gece yarsını çok geçmiş ve ne gelen vardı ne de giden. Gece tüm karanlığı ve soğuğuyla üzerimize çökmüştü. Yorgunluğumuz artmış ve uykumuz da gelmeye başlamıştı. Yani donmanın ilk aşamasına doğru gidiyorduk. Son çare olarak cep telefonumu kullanmak istedim ama hat yoktu. Aklıma birden yanımda getirmiş olduğum telsizim geldi. Telsizle yapmış olduğum çağrıya cevap geldi. Yeniden doğmuş gibi kadar mutlu oldum.

Sabaha karşı 03.00 gibi dostlar kurtarmaya geldiler. Az daha geç kalsalar donmuş fast food bisikletçiler olarak servise hazır hale gelecektir. Ama bize ders oldu bir daha kampa giderken yanımıza çakmak alacaktık, az daha hayatımızın yanlışını yapıyorduk ki ucuz atlattık.

Yazı ve fotoğraflar: Gökay Konuk

Sırtçantam 1. sayı, Ocak 2005