“Bu Dünyadan Nazım Geçti”

14 Şubat Sevgi Günü’nde insanlığın sevgilisi, Nazım’ın doğum günüydü, 108 yaşında bir delikanlı. Kendisine sorsaydık eğer, sanırım şuna benzer bir şeyler derdi. “Benim kanım hep deli, ha 18, ha 108.” Belediye Kültür salonu dopdolu insandı. Ayakta bile yer yoktu. Başlangıçta girmeye çalıştım, sığmadım içeriye. Üzüleceğim yerde sevindim, bu yoğunluğa. Çünkü anımsıyorum, yirmi kişilerle bu söyleşileri. Ağzım kulaklarımda bekledim, ilk yarı bitsin diye. Sonra bahçe insan doldu baştanbaşa Nazım. Ben atladım hemen içeriye ve kısıldım bir köşeye.

Konuşmacılar; Hasan Kıyafet, Şükrü erbaş, Efe Duyan idi.

Şükrü Erbaş; “Çağdaş Türk Şiiri’nin üç ustası vardır: Yunus, Karacaoğlan-Pirsultan ve Nazım. Nazım, 63 yıllık yaşamının 17 yılını cezaevlerinde geçirmiştir. O bir dünya vatandaşıdır. O’nun tek bir ülkesi olamaz.‘Bir devrimci hiçbir yerde yabancı değildir’ der Yuşenkov. Nazım da hiçbir ülkede yabancı olmamıştır. Nazım ’14 Yaşında Boadler okudum, 55 yaşında yine Boadler okuyorum. Mayakovsky’i tepeden tırnağa severim ben, Onun yanında biz küçük kalırız’ diyerek de ne denli mütevazı olduğunu gösterir. Oysa Aragon ‘Nazım, dünyanın en büyük aydınlarından biridir. Einstein ve Picasso ile yan yana anılmalıdır’ der.

Nazım’ın ışığı yalnızca şiirde değil, yaşamın her alanında yol göstermiştir. Balaban’a resim öğretmiştir. Çünkü kendisi aynı zamanda iyi bir ressamdır. Kemal Tahir, Orhan Kemal de onun yetiştirdiği romancılardır. Bilinciniz yeni yetkin değilse, yazacağınız da yeni ve yetkin değildir. Nazım’ın düş gücü çok geniştir. Dizelerinde, ‘Merdivenin çengeline yıldızları asacak’ kadar. Şiir toplumun en devrimci ilkelerinden biridir. Nazım’a Hiroşima’dan ‘Hiroşimalı çocuklar, sizin şiirlerinizden etkilendiler ve size bin turna gönderiyorlar’ diye mektup gelir” dedi.

Hasan Kıyafet; “Nazım 108 yaşında ve hâlâ yaşıyor. Dünyada olduğu halde yaşamayan o kadar çok insan var ki. Nazım’ın büyüklüğü, partisinden aldığı disiplinden gelir. Partisi onu eğitmiştir. 17- 18 Yaşlarındayken, Anadolu gençlerinin ilgisini Kurtuluş Savaşına çekmek için bir şiir yazdırırlar. On bin basıp dağıtırlar. Gençlerin ilgisini gerçekten çeker ve etkili olur.

Nazım’ın iki okulu vardır. Biri partisi, diğeri cezaevi. Nazım’ın kucağı çok geniştir. İnsan aldığı bilinç kadar yürekli, bilinci kadar korkak, bilinci kadar insandır. Nazım, cezaevinde öğretmenliğe devam eder. Ailesinin getirdiği yumurtaları, giysileri koğuşta olan herkesle paylaşır. Ailesine de getirdikleri her şeyin koğuştaki insan sayısı kadar olmasını söyler. Bu davranış Nazım’ın devrimciliğindendir. Ülkeleri büyük yapan coğrafi büyüklüğü değildir. Nazım gibi yetiştirdikleridir. Onlarla anılırlar. Bizi de Nazım’ın ülkesi diye tanırlar” dedi.

Efe Duyan, “Nazım, iyi bir eğitim almış, bir eli yağda, bir eli balda, yetişmişken, Anadolu’nun yoksulluğunu görünce ilk kez yere düşer. Ondan sonraları çok kez yere düşer, ama her seferinde yeniden kalkar. Öldürüleceğini anlayıp kaçmaya çalışırken, Karadeniz’in ortasında motor bozulur. Uzaktan Romanya bandıralı bir gemi görünür. Ona bağırır ‘Ben Nazım Hikmet’ diye. Gemidekiler, Romanya’ya telgraf çeker, oradan yanıt gelir. Ondan sonra Nazım’ı gemiye alırlar. Gemiye çıkar çıkmaz, karşısında yapıştırılmış kendi şiiri ile posterini görür. ‘Bir ağaç gibi tek ve hür. Ve bir orman gibi kardeşçesine.’ Şimdi burada rahatça Nazım’dan konuşabiliyoruz artık. Oysa 1965’te Kemal Özer, O’nun ‘Kuvayi Milliye Destanı’nı, Kurtuluş Savaşı Destanı’ diye bastırıp vitrine koyduğunda, vitrin tükürüklere boğulmuştur. Kurtuluş Savaşı Destanı bile olsa Nazım yasaktır kendi ülkesinde” dedi. O gün baştanbaşa Nazım olduk. Nazım okuduk. Nazım dinledik. Bazen gözyaşına, bazen gülümsemelere sığındık. Nice Nazımlara.