Bir Devrimcinin Ardından

Yıllar öncesi Radyo Umut’ta (Rize – Pazar) bir sohbet sırasında Sevgili Kazım’a Rock programımda “senden bahsederken Karadeniz müziğinin John Lennon diye hitap ediyorum” dediğimde çok gülmüştü. Sonradan böyle bir benzetme niye yaptım diye çok hayıflandım. Çünkü Kazım’ın hayatı da John Lennon gibi kısa sürdü. Ama sanırım ikisinin de en güzel ortak özellikleri ‘Imagine’ şarkısında olduğu gibi hayata duruş biçimiydi.

Evet, bugün başka bir konuyla sizlerin dikkatini çekmeye çalışacağız. Ve elbette bugünün tarihi itibariyle Sevgili Kazım Koyuncu. Şöyle geriye dönüp baktığınızda… Kazım’ın uğurlanışı, sessiz sedasız olmayışı; binlerce sanatsever, yalnız nitelikli müziğe değil, Koyuncu’nun kişiliğinde toplanmış olan devrimci değerlere de sahip çıkışının bir anlamı olmalıydı!

Müzisyenlik, rockçılık, Lazlık ve Trabzonsporluluk. Bu birçok kimliği birbirine bulaştırmadan üstünde taşımasının altında yatan sebep; bu kimliklerini devrimci bir süzgeçten geçirerek yasamasını çok iyi bilmesiydi. Trabzonspor’a bağlılığının anlamı üç büyüklerin ‘oligarşi’sini yıkan Anadolu’nun ve ezilenlerinin temsilcisi olarak görmesiydi. Kapitalistlerin futbolu bir sektör haline getirmelerine hiç aldırış etmeyişinin nedeni de futboldaki o ruh bize yeterde derdi.

Bize şarkılarıyla o hırçın denizimizi anlatan, cevahir yürekli kardeşimiz Kazım Koyuncu’yu yanı başımızdan aniden uçuşan ateş böceği gibi kaybettik belki bir anda! Evet, biliyoruz binlerce insanlar yürüdü ardından. Bu ülkenin aydınlık yüzlerinden nice gözyaşları döküldü şair ceketli çocuk için. Ama denizin çocuğu bizi hiç yalnız bırakmadı. Barışın, sevginin, dostluğun, özgürlüğün, emeğin örgütlendiği her yerde yanımızdaydı.

Tekel isçi direnişindeyken yıllar öncesinde, Paşabahçe isçilerinin direnişindeki desteğini hatırladık yine yanı başımızdaydı. Geçtiğimiz haftalar HES’ler haftasıydı yine yanı başımızdaydı. Ve önümüzdeki haftalar durmadan yapılan nükleer santral ihalelerine dik duruşumuzu gösterirken yine en güzel emek kokan şarkılarıyla yine yanı başımızda olacak kuşkusuz. Yine “Hayde! Hayde!”diyeceğiz tıpkı Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamalarında yanlarında en önde gördüğümüz gibi.

Üzerimizden geçen radyasyonlu bulutların ölüm olup yağmasını içimizdeki sızıntısını tulumun hüzün kokan sesiyle yaşasak bile; meydanlarda ‘Nükleer Santrallere Hayır’ demenin Laz inatçılığıyla kemençenin coşkusuyla haykırmaya elbette devam edeceğiz. Ta ki bu sesimizi: öğrendiğini paylaşan, paylaştıkça büyüyen arkasından binlerce hayran kitlesi bırakan Sevgili Kazım Hopa’dan duyana kadar…

Yazar Suut Kemal Yetkin’in bir sözü vardır çok severim.”Sanat ve doğa; güzelliğin evvelce ziyaret ettiği ruhlara güzel görünür” der. Eğer Picasso’nun tablolarından bir anlam çıkarmak istiyorsak önce kendimizi estetik değerlere ziyaret ettirmeniz şart sanırım. Çünkü her fırça darbesinin bizi algılaması daha kolay olacaktır. Belki o zaman o tablolarda ne anlatılmak istendiğini daha iyi anlarız. Kazıma zamanında ön yargıyla bakanların bu süzgeçten geçmemenin verdiği eksikliklerini bile yüzlerine vurmayı düşünmezdi. Çünkü notalar onun hayat arkadaşıydı. Kazımı anlamak işte böyle bir şey…

Birçok insandan Kazım Koyuncu hakkında yazılar okumuşsunuzdur muhakkak. Ama en güzelini Sevgili Sunay Akın’dan okumuşumdur, onun deyimiyle mısır püsküllü saçlı kardeşim ”Karadeniz dedim, tas basıyor yüreğine! En güzel, en hırçın çocuklarından birini kaybetti! İki, üç şeritlik yol için değil, tümünü dolduracak kadar tas bassanız Karadeniz’in yüreğine, dindiremezsiniz acısını… Kazım Koyuncu yok artık… Karadeniz kendini çıkarsız, içtenlikle, yürekten seven bir çocuğunu kaybettiğini biliyor… Kızım Ilgın’a horonu öğretiyorum. Serce parmaklarımız Kazım Koyuncu’nun bir şarkısında buluşuyor ilk kez.”

Kai Guyite Cuma N3aşa Exti! (İyi Yürekli Kardeş Göğe Çıkasın)