Asit Yağmurlarıyla Islanmak!

Global sorunların en başında çevre kirliliği gelmektedir. Hızlı nüfus artışı ve endüstrileşmenin getirdiği sorunları çözemeyen dünyamızın yetersiz kaynakları, ne yazık ki artan nüfusun ihtiyaçlarını artık karşılayamamaktadır!

Kaynakların verimsiz kullanımı, sınırları çoktan aşan tüketim çılgınlığı çevre üzerinde altından kalkılması imkânsız bir baskı oluşturmuş, geri dönüşü olmayan çevresel yıkımlar başlamıştır. Bu yıkımlar yani doğal ortamlardaki yok oluş süreci, insanlığın sonunu hazırlamaktadır ve tehlike böylesine büyüktür!

İnsanoğlunun geleceği adına artık geç kalınmıştır ama teslim olmak gibi bir lükse sahip olmadığımız da bir gerçektir!

Oluşturulan yıkımı geri döndürmek mümkün olmasa da, bu yıkımları gelinen son noktada sabitleyebilmek bile büyük bir başarı ve kazanım olacaktır.

Böylesi bir karamsar tablodan sonra, doğal ortamda ve canlı türleri üzerinde korkunç bir tahribata neden olan asit yağmurlarından bahsetmek, okurlarımızın dikkatini bu konuya çekmek istiyoruz.

Asit yağmurları nedir?

Asit yağmuru, fosil yakıtların açığa çıkarttığı SO2 (kükürt dioksit), NOX (azot monooksit), HF (hidrojen florür) ve HNO3 (nitrik asit) gibi gaz ve kimyasalların, atmosferdeki su ile birleşerek aside dönüşmesi sonucu oluşan ikincil zararlı etkidir.

Ph 7,0 seviyesinin altındaki kar, yağmur, sis gibi durumlarda, asit yağmurundan söz edilir. Asit yağmurları, Ph 3,5 – 6,5 aralığında seyretmektedir. Atmosferde kükürt birikmesi sonucunda bu asit oluşumu bir hayli artmış ve yer yer yağmur suyunun pH’ı 4 seviyelerine kadar düşmüştür. Bu seviye ise kritik ölçü kabul edilen Ph 7,0’nin üç kademe altıdır!

Asit yağmurlarının en önemli kaynağının da insan eylemleri olduğu bilinmektedir.

Asit yağmurlarının olumsuz etkileri

Bulut kümeleri, asit yağmurlarını yeryüzüne bırakmadan önce atmosferde, yüzlerce hatta binlerce kilometre sürüklenebilmektedir. Bu açıdan, kirlilik kaynağını oluşturan yöreler kadar, binlerce kilometre uzaklıktaki yöreler de asit yağmurlarının etkisi altında kalmaktadır.

Tüm ormanlar ve haliyle ağaçlar ve bitkiler (flora), hayvanlar (fauna), göller ve dereler, çayır ve meralar, tatlı su kaynakları ve denizler (doğal ortamlar), hatta tüm binalar asit yağmurlarının yavaş gelişen korozyon etkisine açıktır.

Asit yağmurları göl ve akarsuları toksik (zehirli) hale getirdiği için, bu ortamlar hiçbir canlının yaşaması için elverişli değildir. Asit yağmurları, topraklar ve kayalar içerisinde bulunan toksik metalleri yavaş yavaş eriterek, orman dokusunu tümüyle tahrip edebilir, öldürebilir. Bu metallerin çözünmüş hali, ağaç köklerine çok ciddi zararlar vermektedir!

Toprağın yapısında bulunan kalsiyum, magnezyum gibi elementleri taban suyuna taşımakta, toprağın zayıflamasına ve tarımsal verimin düşmesine neden olmaktadır. Toprağın asitleşmesine en çok katkıda bulunan maddelerin başında, atmosferde birikme sonucu toprağa geçen kükürt bileşikleri gelir. Azot bileşikleri ise bitkilerin absorbe edebileceği miktardan fazla olduğu zaman toprağın asitleşmesinde çok önemli rol oynamaktadır.

Asit yağmurlarının çevre üzerinde dolaylı olmakla birlikte yine çok önemli etkilerinden birisi de, endüstriyel faaliyetler sonucu oluşan asit nemidir. Atmosferden toprağa ya da göl yataklarına karışmış bulunan, civa, kadmiyum, çinko, kurşun, krom ya da alüminyum gibi zehirli maddelerle tepkimeye girebilmekte ve normal koşullar altında çözünmez sayılan bu elementler, asidik nemden kaynaklanan reaksiyonun sonucunda, besin zinciri ya da içme suyu aracılığıyla bitki, hayvan ve insan organizmasına ulaşarak, toksik etkiler yaratmaktadır.

Asit yağmurları sonucunda, yüzey ve yer altı suları, toprak, ağır metaller, bitkiler ve balıklar ortamdan etkilenirler. Bu etkilenmiş unsurların kullanımı sonucunda da, uzun vadede insan bünyesinde asidik depolanma (birikim) oluşur.

Asit yağmurları, yapraklardaki klorofilin bozulmasına ve sonuç olarak bitkilerin sararıp, kurumasına neden olmaktadır.

Asit yağmurları, bitkileri kurutmakta, diğer yandan atmosferdeki CO2 (karbondioksit) oranının artması için ortam hazırlamaktadır. Başka bir anlatımla, bir olumsuzluk bir başka olumsuzluğu da üretmektedir.

Asit yağmurları, ağaç ve diğer bitkilerin yapraklarının stomalarına girerek, yaprağın su dengesini sağlayan stoplazmanın asitleşmesine yol açar. Bunun sonucunda sıvı kaybeden yaprak, kısa sürede canlılığını yitirir ve ölür. Ağacın hastalıklara direnci azaldığı için, zararlı böceklerin istilasına uğrar ve ölümü hızlanır. Ayrıca gittikçe zayıflayan ve yapraklarını kaybeden ağacın tepe çatıları seyrekleşir, rüzgâr perdesi görevini yapamaz ve ağaç rüzgârların etkisiyle kolaylıkla devrilebilir.

Asit yağmurunun toprağa düşmesi sonucu toprağın asit yüzdesi artar ve bu güçlü asidik çözeltiler toprakta bulunan, kalsiyum, magnezyum ve potasyum gibi minerallerin önemli oranlarda kaybına neden olur. Bu mineraller ise, ağaçların büyümesi ve kendilerini yenilemeleri için hayati bir öneme sahiptirler. Toprakta PH oranı yüzde 5′ in altına düşerse toprak sıvısı içerisinde alüminyum gibi ağır metallerin konsantrasyonu artar. Yağışsız geçen kurak mevsimlerde de, topraktaki suyun azalması sonucu bu maddeler iyice yoğunlaşır ve bitki kökleri için öldürücü etki gösterirler. Ayrıca kloroplastlarda biriken kükürt dioksit,  yaprakların fotosentez yapmasına engel olur ve bu yolla da ağaca büyük bir zarar verir. Tüm bunların sonucunda ağaçların yeşil sürgünleri gelişemeyip kurumakta, yaprakları dökülmekte, ağaç çiçek ve meyve vermemektedir.

Ağaçların veriminin düşmesi, kuruması maddi zararlara neden olur. Yeniden ağaçlandırma çalışmaları ise ek bir maliyet oluşturur.  Ağaçların ekonomik gelişimini tamamlamadan erken kesilmek zorunda kalınması ise bir başka zarar kaynağıdır. Zayıflayan ve verimini kaybeden toprağın yeniden zenginleştirilmesi çabaları da ek maliyet getirir. Erozyon sonucu kaybedilen toprak ve arazi ise başlı başına ve geri döndürülemeyen bir zarar kaynağıdır.

Termik santrallerin asit yağmurlarındaki etkileri

Herhangi bir filtre kullanılmaması durumunda, 100 megawatt gücündeki, linyit kömürüyle çalışan bir termik santralın kirletici etkilerini aşağıdaki tabloda görebilirsiniz.

Kükürt dioksit (SO2) 45,000 ton/yıl

Azot oksitler (NOx) 26,000 ton/yıl

Karbonmonoksit (CO) 750 ton/yıl

Katı partiküller (PM) 32,500 ton/yıl

Hidrokarbonlar 250 ton/yıl

Kül 5,660 ton/yıl

Bilindiği gibi, SO2 ve NOx gazları asit yağmurlarının oluşumundan birinci derecede sorumludurlar.

Bacalardan atılan kükürt ve azot oksitler, rüzgârlarların etkisiyle ortalama 2-7 gün içerisinde atmosfere taşınırlar. Atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle reaksiyona girerek, sülfürik asit ve nitrik asidi oluştururlar. Bunlar da yeryüzüne yağmur ve kar yağışı aracılığı ile ulaşır. Böylece baca gazları, ikinci kez ve daha geniş bir bölgeyi etki altına almış olurlar. Bölgenin coğrafi yapısı ve hava koşullarına bağlı olarak, bu etki yüzlerce kilometreye kadar yayılabilir. Asit yağmuru denilen bu yağış şekilleri, sadece canlılar için değil, binlerce senelik taş yapıtlar ve eski sanat eserleri için de çok önemli bir tehlike oluştururlar.

Asit yağmurlarıyla yere düşen asitli damlalar, taş ve metallerden yapılmış olan antik yapıtlarımızı da tahrip etmekte, böylece insanlığın ortak mirasına büyük zararlar vermektedir.

Tarihi taş ya da metal bina ve yapılar, son 20 yılda bir önceki 2 bin yıllık döneme göre daha fazla yıpranmıştır. 1960’ların sonuna kadar binlerce yıl ötesinden kalan güzelliğini koruyabilen tarihi yapıtlar, blok taş eserler, bronz yapıtlar, devasa heykel ve binalar, görkemli binalar, camiler, katedraller, kemerli köprüler, piramitler, Nemrut Dağı tanrı heykelleri, dikilitaşlar vb gibi tarihi eserler, asitli damlaların etkisiyle gözeneklenmiş, adeta delik deşik olarak, kararmışlardır. Bu eserlerin üzerine sanki zulmet çökmüş gibi bir görüntü oluşmuştur!

Yüzlerce yıllık el yazması ya da baskılı eserleri barındıran kütüphanelerdeki kitaplar, kâğıt ve tekstil ürünlerinin kükürt dioksit ve nitrik oksit gibi gazları emme özelliğinden dolayı, yüzde 5 gibi bir oranda tahribata uğramıştır. Kitapların yıpranmasının en önemli nedeni, sülfür gazıdır.

Toprağa yağmur olarak yağan asit bileşikleri, ya toprağa bağlı yaşayan bitkileri öldürmekte ya da bu bitkilerin bünyesinde anormal seviyelerde birikmektedir. Bitki formasyonunun seyrelmesi erozyonu yaratmakta, fotosentezin olmayışı ise, atmosferdeki karbon dioksit oranını arttırmaktadır. Bünyelerinde asitli bileşikleri barındıran bitkilerin tüketilmesi ise, canlı organizması için geri dönüşü olmayan çok ciddi zararlar oluşturmaktadır!

Olgun ve iri yapraklı 100 yaşındaki bir kayın ağacı, saatte yaklaşık olarak 1,7 kg oksijen üretmekte, 2.35 kg kadar karbon dioksit (CO2) tüketmektedir. Ayrıca aynı kayın ağacı yılda 1 ton tozu süzmekte, baca gazları, bakteri ve virüsleri de bağlamaktadır. Bu nedenle orman havası, havadaki partiküllerin, özellikle solunumla akciğere giden tozların sayısı bakımından kent havasına göre % 90 – 99 oranında daha temizdir. Bu durumda termik santraların etkileriyle ortaya çıkan orman ölümlerinin insan sağlığını ne derece olumsuz etkilediğini tahmin etmek hiç de zor değildir.

Termik santrallerin neden olduğu asit yağmurları sırasında, damlalar olarak yere düşen asidik kimyasallar, toz, duman, kurum, sis gibi partiküllerin üzerine yapışırlar. Bu partiküllerin solunum vasıtasıyla akciğerlere girmesi ise telafisi güç rahatsızlıklara yol açmaktadır.

Çevresel kirlenmeye, doğal yok oluşa gazete ya da görüntülü haberlere göz atma düzeyinde yaklaşıldığı zaman işin ciddiyeti fark edilmeyebiliyor ancak ayrıntılı bir çalışmayla neler olup bittiğine göz atıldığı zaman, nasıl bir açmazla, nasıl bir tehlikeyle ve sonla baş başa olduğumuzu görmek mümkün olmaktadır. Bu makalenin oluşturulması sırasında yapmış olduğumuz kaynak araştırmaları, çılgın bir gelecekle karşı karşıya olduğumuzu hatta bu ivmeyle gezegenimizi kirletmeye, yıpratmaya devam edersek geleceğimizin olmadığını göstermektedir!

Bizlere ne gibi bir görev düştüğünü, neler yapılması gerektiğini düşünmek, tartışmak dahi anlamını yitirmeye başlamıştır!

Artan dünya nüfusu, çılgınlaşan kullan-at türü tüketim alışkanlığının sürdürülüyor olması ve çeşitli çıkar çevreleri tarafından bunun sürekli olarak pompalanması, yok edilen ormanlar, tahrip edilen doğal ortamlar, küresel ısınmanın sonuçları ve bir dizi başka değişkenin bir araya gelerek oluşturduğu yıkıcı sinerji, insanlığın sonunu hazırlamaktadır ve bu sona ne yazık ki hiç de uzak değiliz!