2011 Yılında Dünyada ve Türkiye’de Çevre Adına Neler Yaşandı? – 9

Sayıştay’ın ‘Atık Yönetimi Performans Raporu’nun da desteklediği gibi, ülkemizde atık yönetimi konusunda çok başlılık olduğu bir gerçek. Atık yönetimi konusundaki yetki ve sorumlulukların çok sayıda kurum ve kuruluş arasında paylaştırılmış olması, koordinasyon yetersizliğine yol açmakta, bu nedenle hantal bir denetleme ve çözüm yapısı ortaya çıkmaktadır.

Atık yönetimi

Sayıştay Raporuna göre, Atık yönetimi ile ilgili sorunların temelinde, sorumlu kurum ve kuruluşların kurumsal ve teknik kapasitelerinin oldukça yetersiz olması yatmaktadır. Çevre ve Orman Bakanlığın genel olarak yeterli kurumsal yapıya ve uygulama kapasitesine sahip olmadığı, Bakanlığın da dâhil olduğu birçok ulusal ve uluslararası çalışmanın çıktılarında açıkça ifade edilmiştir. Aynı raporun 19. maddesi, yerel yönetimlerin de, bu konuda yeterli altyapı ve kapasiteye sahip olmadığını vurgulamaktadır.

Her ne kadar, bunları görmek için Sayıştay raporundan güç almaya gerek yoksa da, kamu yönetiminin çevre konusundaki işler doğru düzgün sürükleyemediğini itiraf etmesi, gelecekte yapılabilecekler ve çözümler açısından çok önemlidir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, belediyeler, yılda 1 milyar metreküp atık suyu arıtmadan denize boşaltıyor. İSKİ’nin 2009 faaliyet raporuna göre, yaklaşık 2 milyon metreküp atık su, yeterince arıtılmadan denize bırakılıyor. Örneğin, 2004 yılında, 1.911 belediyeden 1.889’unda katı atık hizmeti verilmiş ve 24 milyon ton çöp toplanmış, bu atıklardan sadece % 28,9’u düzenli depolama sahalarında bertaraf edilmiştir.

Ülkemizde bir yıl içerisinde oluşan 29 milyon ton katı atığın sadece 12,5 milyon tonu düzenli depolama alanlarında toplanmakta, bunun da ancak 300 bin tonu kompost tesislerinde işlenebilmektedir. 2010 yılında 414 ton atık pil toplanmıştır vb.

Aslında rakamlar ve istatistiklerden çok, yapılması gerekenler daha önemlidir. Türkiye her ne kadar çevre konusunda gönüllülük prensibinden, uluslararası zorunluluk dönemine geçmişse de, çevre konusunda uygulamaya girmesi ve dönüştürülmesi gereken 300’den fazla mevzuat var. 2023 yılına kadar yapılması gereken çevre yatırımlarının miktarı ise yaklaşık 80 milyar Euro!

Önlenemeyen ama mutlaka önlenmesi gereken global nüfus artışı!

Bugün için dünyanın en önemli çevre sorunu ve diğer tüm çevre sorunlarının temel kaynağı, global nüfus artışıdır. 2011 yılının sonlarına doğru, ne yazık ki dünya nüfusu 7 milyar olmuştur. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, dünya nüfusunun 10 milyarı bulması halinde, şehirlerdeki hayat katlanılamaz hale gelecek, temiz içme suyu kaynakları bulunamayacak, iletişim araçları çalışamaz bir durumda kalacaktır.

“…Dünya nüfusunun aritmetik olarak ortaya konması, insanoğlunun yerleşik yaşama geçtiği neolitik dönemlere dayanıyor. Günümüzden 10 ya da 12 bin yıl önce 80 milyon olduğu tahmin edilen dünya nüfusu, 1650’lerde 500 milyona ulaşmıştır. Son 360 yılda ise, 6,6 milyara yükselmiştir. Dünya nüfusuna her yıl yaklaşık 100 milyon yeni insan katılmaktadır…

…Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Şubesi’nin değerlendirdiği gibi, dünya nüfusunun 2,5 milyara ulaşması için 100 bin yıl geçmesi gerekmiştir. Bu sayıya 2 milyar yeni nüfusun eklenmesi için ise, sadece 30 yıl yeterli olmuştur. Bu artışın böyle devam etmesi durumunda, 600 sene sonra, yeryüzünde kişi başına sadece 1 m2’lik yer düşeceği hesaplanmıştır…

…Dünyamızın nüfusu, gelişmiş ülkelerde % 0,5 – 1 oranlarında, gelişmekte ya da geri kalmış ülkelerde yüzde 2 – 3 oranlarında artmaktadır…

Dünya genelinde; eğitim, konut, iş, giyim, gıda ve su gibi zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması gereken, % 90’ı gelişmekte olan ülkelerde yaşayan 1 milyar 800 milyon genç bulunuyor…” (ÇEVREM, 30 Ekim 2011)

Akla ziyan projeler

Ülkede ve dünyada çevre adına hiç de iyi şeyler olmuyor. Yaratılan sorunların yanında, sorunları çözmek için verilen uğraş, devede kulak bile değil. Ulusal ve yerel yönetimler, çevreye zarar vermek için elinden geleni ardına koymuyor dersek, abartmış olmayız. Yeşil alanların imara açılması ve 50 – 60 yıldır kentlerde itiş kakış binalar üreterek, bir karış yeşil alan bırakılmaması bunun en güzel örneği. Yemeyip içmeyip, akla ziyan projeler üretiyor olmamız da işin bir başka boyutu.

Bakın, çok kısa bir sürede ülkemiz bürokrat ve teknokratları ne gibi akla ziyan projeler üretmişler ya da üretmeyi düşünüyorlar;

– Karadeniz’i bir uçtan öbür uca geçen ve 7 bin senede oluşabilmiş tüm kumsalları, koyları yok ederek gerçekleştirilen, ‘Karadeniz Otoyolu’,

– Dünyanın tek ‘Lübnan Sediri Ormanı’na, İspanyolların Çinlilere taş satabilmeleri uğruna ruhsat verilerek, bazıları Hz. İsa’dan bile yaşlı olan binlerce yıllık 500 binden fazla sedir ağacının katledilmesi, dünyanın tek ‘Toros Sediri Ormanları’na akıl almaz sayıda taş ocağı ruhsatı verilmesi,

– Kaz Dağları’na adeta adına uygun olarak düzinelerce maden arama ruhsatı verilmesi ve her köşe bucağının kazılması, HES denilen ‘Zihni Sinir Projesi’yle, binlerce akarsu vadisi ve doğal yaşam alanının alt üst edilmesi, nehirlerin dereye, derelerin kör dereye döndürülmesi,

– Abant Gölü Tabiat Parkı’nı Davos yapacağım diye, tüm doğal yapının hallaç pamuğu gibi atılarak, doğa harikası olan ve koruma altındaki (!) gölün, süs havuzuna, çevresinin de Gülhane Parkı’na dönüştürülmesi,

– Ordu ve Artvin arasındaki tüm yaylaları birbirine bağlayacak ve doğal güzellikleri tamamen yok edecek olan, bin – 2 bin metre rakımlara tırmanması düşünülen ‘Yaylalara Otoyol’ projesi,

– Marmaris’in kendine özgü, doğayla uyumlu şehir girişi yolunun, çevresindeki on binlerce çam ve günlük ağacıyla birlikte yok edilerek, ‘duble yol’a dönüştürülmesi,

– Boğaziçi’nin son kalan yeşilliklerinden geçirilecek ve İstanbul’un kuzey ormanlarına öldürücü son darbeyi vuracak olan üçüncü boğaz geçişi projesi,

– 14 gölümüzün kurutulması, hemen her şehirde bulunan yerel derelerin, önce fosseptik çukuruna dönüştürülmesi, bu iğrençliği önleyemeyince de, tüm derelerin beton tüneller içerisine alınarak teker teker yok edilmesi (dere ıslahı denilince ne yazık ki ilk akla gelen çözüm bu oluyor. Kaynağından, sağdan soldan kirlenmesini önleyerek, doğal flora ve faunasıyla dereyi ve çevresini görsel bir şenliğe dönüştürmek akıllara gelmediği için ve böyle bir görüntü kimsenin özlemi olmadığından, en ucube çözüm yolu seçiliyor ve dereler tünel içerisine hapsediliyor)…

Daha bunlar gibi nice akla ziyan projeden bahsedebiliriz ancak bunu başka bir yazının konusu olarak yayınlamak için, burada bırakıyoruz.

(Çevre Misyonu Platformu / ÇEVREM), fotoğraf: İsmail Şahinbaş