‘Medeniyetlerin Beşiği’ Anadolu’ya Yolculuk

Orta Anadolu’dan doğuya doğru yol aldığınızda sizi ilk selamlayan yüce dağ, Hasan Dağı’dır. Tüm görkemiyle İç Anadolu’nun orta yerine oturmuş, karşı yakasındaki Akdeniz Toroslarına meydan okur gibidir. Biraz daha yol aldıktan sonra başı karlı Toroslar önünüzü keser.

Buradan bereketli toprakları olan Çukurova’ya inmek için bir tek yolunuz vardır; o da Gülek Boğazı. Bugünkü teknolojinin gücüyle yapılan otoban ve tünellerden geçtiğimiz boğazda eskiden ancak tek araç geçebilirdi. Büyük İskender’in bile Asya Seferi’nde zorlanarak geçtiği bu boğaz sizi Çukurova’dan sonra Yukarı Mezopotamya’ya kadar götürür.

Dicle ile Fırat nehirleri arasında kalan Yukarı Mezopotamya’ya gitmek için coşkun ve deli akan Fırat Nehri’ni geçmek gerekiyor. Bu nehri geçmek için en uygun yer Urfa’nın Birecik İlçesi. Burada sizi karşılayan Adnan Menderes Dönemi’nde yapılmış 200 metre boyundaki Birecik Köprüsü. 1950’li yıllarda yapılan köprüden önce burada ulaşım keleklerle (şişirilmiş birçok hayvan postu üzerine konan tahtalardan yapılan ilkel sal) yapılıyordu. Köprünün yapıldığı dönemde geçimini keleklerle sağlayan insanlarla köprü yapılmasını isteyen insanlar arasında gerginlikler yaşanmıştı.

Fırat’ın kıyısında ki bu tarihi ilçenin birde ilginç konukları var; soyları tükenmekte olan kelaynak kuşları. Sadece Nil ve Fırat deltasında yaşamlarını sürdüren bu kuşlar kışın Nil Nehri boylarına, baharla birlikte Fırat boylarına göç ederler. Şubat ayında Birecik’e gelen kuşlar aynı zamanda baharın da müjdecisidirler. Kuşların gelmesini yöre halkı şenliklerle karşılar. Ne yazık ki son yıllarda bu göçler esnasında gerek avcıların etkisi, gerekse tarım ilaçlarının kullanılması nedeniyle kuşların nesli hızla tükeniyor. Şu anda Birecik’te kurulan bir çiftlikte 50 – 60 kadar kuş koruma altına alınmış.

Bu çiftliğin hemen yukarısına yapılan Birecik Barajı’ndan dolayı hüzünlü bir öykümüz daha var: Zeugma Antik Kenti. Bin yıllardır Fırat’la koyun koyuna yaşamış Roma Dönemi’nin önemli antik kenti ne yazık ki baraj suları altında yok olmuştur. Birecik Barajı sadece Zeugma’yı yutmakla yetinmemiş, biraz daha yukarılara gittiğinizde göreceğiniz, ilginç mimarisi ile yarısı sular altında Halfeti’yi de yutmuş. Burada hüzünlenmemek elde değil. Çünkü Halfeti’nin eski sakinleri yeni kurulmuş Halfeti’de sular altında yarısı görünen yuvalarına hüzün içinde bakarlar. Onların anılarını dinledikçe içiniz burkulur. Bin yıllardan bu yana kendilerine bolluk, bereket getiren yaşam kaynaklan Fırat, teknoloji adına vurulan gemle onları yerlerinden yurtlarından etmiştir. O bazen deli, bazen durgun akan Fırat, yerini anılarını yutan koca bir göle bırakmıştır. Bu hüzünlü coğrafyadan sonra Mezopotamya’nın içlerine doğru yolumuz devam ediyor.

İki saatlik yolculuktan sonra Urfa’dayız. GAP Projesi başlamadan önce 80’li yıllarda Urfa, içme suyu sıkıntısı çeken fakir güneydoğu’nun küçük bir iliydi. Fırat’ın yanından akışına yıllarca dili damağına yapışarak baktı. Ta ki 80’li yılların ikinci yarısında Atatürk Barajı’nın yapımına başlanana kadar. Dünyanın altıncı büyük projesi olan GAP, Urfa’ya hareket getirdi. Yaklaşık 10 bin kişinin çalıştığı inşaatta Urfa ekonomik olarak nasibini almanın yanı sıra dünyanın en uzun sulama tünelleri ile de hasretini çektiği Fırat’ın sularına kavuştu. Bu arada Fırat’ın sularını bekleyen birileri daha vardı. Susuzluktan çatlayan birçok uygarlığın gelip göçtüğü Harran Ovası.

Ovanın dört bir yanına serpilmiş yerleşim yerleri de Fırat’ın getirdiği uygarlıktan nasibini aldı. Şimdilerde güneydoğunun en büyük illerinden biri Urfa. Ünlü Balıklı Gölü ve çevresindeki eski yerleşim yerleri görülmesi gereken yerler. Birçok peygamberin ziyaret ettiği şehir daha çok Hz. İbrahim ile anılmaktadır. Hz. İbrahim’in inanç yolu Basra’dan Fırat Nehri boyunca devam eder. İlk durağı Harran Ovası’nın orta yerindeki tarihi Harran yerleşim yeridir. Hz. İbrahim buradan Urfa’ya gelir. Urfa’dan sonraki yolu Ortadoğu, Mısır ve Mekke’dir. Biz Hz. İbrahim’in yolunu başka bir yazıya bırakarak Urfa’ya dönelim.

11. yüzyıl sonlarında başlayan Haçlı Seferleri’nden Urfa’da nasibini almıştır. Uzun dönem Haçlılar tarafından işgal edilen Urfa’da birçok kilise yapılmıştır. Şimdilerde bu kiliselerin çoğu cami olarak kullanılmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nda da önemli bir yeri olan şehrin birçok minaresinde o dönemlerden kalma kurşun izlerine rastlarsınız. Cumhuriyet sonrasındaki yıllarda da sınır şehri olması nedeniyle, zamanın fakir halkı Suriye’nin Halep Şehri’nden Urfa’ya, Urfa’dan Halep’e kaçakçılık yaparlardı. Urfa tarafından Halep’e Adıyaman’ın dağlık bölgesinde özenerek yetiştirilen tütün götürülür, karşıdan da kumaşlar, rengârenk bezler ve çay getirilirdi. Bu arada götürülen tütün de kaçak yetiştirilirdi. O zamanlar tütünü sadece Tekel’e satabilirdiniz. Tekel’de ucuz olan tütün Halep’te daha fazla para ediyordu. Özel yetiştirilmiş güçlü ve cins atlarla yapılan kaçakçılıkta yöre halkı sınır boylarındaki mayın tarlalarında çok canlar yitirmiştir. Kaçakçılık 70’li yılların sonuna kadar da devem etti.

Bugün Urfa’nın hanlardan, eski taş dükkânlardan oluşan çarşısında her şeyi bulmak mümkün. Çarşı içindeki tarihi Gümrük Han’da soluklanıp içilen demli çayın ardından Harran Ovası’nı sağımıza alıp taşın ve şiirin şehri Mardin’e doğru yol alıyoruz. Bir daha ki yazımızda Mardin’de görüşmek üzere…

Yazı: İbrahim Tanrıverdi, fotoğraf: İsmail Şahinbaş

Sırtçantam 1. sayı, Ocak 2005